Cengiz Dağcı’nın “Korkunç yıllar” romanında Sovyet idolojisinin ifşasi

CENGİZ DAĞCI’NIN “KORKUNÇ YILLAR” ROMANINDA SOVYET İDOLOJİSİNİN İFŞASI

Ali ŞAMİL HÜSEYİNOĞLU

                                                          Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi

Folklor Enstitüsü Uluslararasi İlişkiler bölümü başkanı

alishamil@yahoo.com

 

Özet

Bolşevikler Rusya’da darbe yapıp hükumete geldikden sonra Cengiz Dağcı  Kırım’ın Kızıltaş köyündedoğar. Sovyethükümeti yeni doğmuş bebeğin beyninin beyaz bir kağıt gibi tertemiz olduğunu ve citti bir eğitim ile o beynin onların istediği kıvama geldiğini, yani bir çociğu nasıl eğitirsen o şekil büyüdüğünü kabul eder. İlginçtir ki, Sovyetler gen hafızasını kabul etmezdi.   Bu yüzden de Sovyetler Birliği’nde eğitime çok önem verilirdi. Eğitim ve propogndaya çok büyük paralar harcanırdı. Sovyet idyologları sosyalizmin kurulmasına engel olanların Çar Rusyası’ndan kalanlar olduğunu düşünürlerdi ve bu insanlar yok oldukça yerine Sovyet okullarında eğitim almış, Sovyet propogandası ile büyümüş yeni nesil gelecek ve ülkede her şey dört dörtlük olacak. Aslında bu insanları mangurtlaştırma isteğinden öteye gitmezdi.

Bilime zıt bu bakış açısının Cengiz Dağcı’nınörneğinde nasıl iflasa uğradığını görmek için yazarın “Korkunç yıllar” romanını incelemek yeterli.  Şöyle ki, Cengiz Dağcı Sovyet okulunda eğitim almış, Sovyet propogandası ile bir ateist gibi büyütülmüş. Buna ragmen, Akmescit’de caminin minaresi yıkıldığı zaman lise oğrencisi olan Cengiz Dağcı  buna sevinmez aksine derinden sarsılır. Bunu yazar şöyle betimler: “Minare yıkıldı gitti, ben ne yıkılabiliyor, ne de ayakda dura bilyordum. Kaçıyordum, kaçıyordum. Nereye? Niçin? Bilmiyordum. Hayat benim için manasız bir kelimeydı. Sınıf, Süleyman, dışarıda evler, insanlar, mektep benim için birer hiçti. Minare devrileli, minaret ile birlikde, içimde beni yaşatan bir şey de yerle bir oldu”. 

Sovyetler’de babanın, annenin suçuna, günahına çocukların katılmadığı, onların ebeveynlerinin suçu ile cezalandırılmayacağı propogandası yapılırdı. Ama Cengiz Dağcı babası göz altına alındığında onun da okula gitmesi yasaklanır.

Cengiz Dağcı romanda sanki günlük yaşamından, hatıralarından söz eder. Ama bunların her birisi Sovyetlerin ikili standartlarını göz önüne sermekte.  Sovyetlerde durmadan Rusya Bolşevik hükümetini kurduktan sonra hızla geliştiği, sosyal adaletin kurulduğu propogandası yapılmakta idi. Köylülere, amelelere haklarının verildiği söylenmekte idi. Hatta dünyadaki ihtiyaç sahiplerine Sovyetler Birliği’nin yardım ettiği fikirleri de empoze edilirdi. Oysa ki, memleketin durumu Cengiz Dağcı kaleminden şöyle betimlenir: “Şallı kadınlar, eski püçkü, yamalı elbiseler içinde,değnek  gibi ince kolcukları ayazda moralmış çocuklar şosede kamyonlar bekliyordu”. Bu sadece Kırım’da değil Sovyetlerin her yerinde koylünün, amelenin yaşam tarzı idi.

Cengiz Dağcı ülkenin durumunu şöyle özetler: “Geçim çok zordu. Fakat biz çok bir şey istemiyorduk. Akşam bir lokma, sabah bir lokma ekmek, bir bardak su, bazan kuru pekşimet çorbası bize yeterdi”

Cengiz Dağcı  romanında sadece inandırıcı cumlelerle Sovyetlerde insan haklarının nasıl mahvedildiğini,  küreselleşme adı altında nasyonalizm politikasının yapıldığını, memleketin korku ile idare edildiğini okuruna anlatmayı başarmış.

Anahtar kelimeler: Cengiz Dağcı, mangurlaştırma politikası, sosyalizm, gen mirası

 

Giriş

Halkımızın zor günler yaşadığından söz edildiği zaman  çoğu kez sömürgecileri, güçlü devletlerin yaptığı politikalı suçlarız. Kendi suçlarımızı ise hiç görmeyiz.Tarih kitaplarını okuduklarında, dünyanın gidişatına göz attığımız zaman az gelişmiş halkların da uzun süre sömürgecilere karşı savaştığını onları geri çekilmeğe mecbur bıraktığını görürüz. 

Kırım türkleri sürgünden geri dönerek kendi vatanlarında toparlanıncaya dek Rusya yeniden işgal ederdi. Aslında onların  bu tür zor duruma düşmesinin 250 seneye yakın zamandır ki işkence görmelerinin bir endeni yabancı güçler ise diğer sebebi de dedelerimizin yaptığıyanlışlıklardır. 18. Yüzyılda dünyada endüstrinin hızla geliştiği bir zamanda Kırımda da, Osmanlı, Sefevi devletlerinde halk derin uykuda idi. Tarihi geçmişi ilegururlanır tüm gücnü ve enerjisini iç savaşa, kendi kardeşlerini güçsüzleştirmeğe harcarlardı. Kırım’da iç çatışmaların derinleştiğini gören genşRusya devleti önce bölgeyi Osmanlı’nın etkisi sınırırından çıkarmaya çalıştı.

Kırımın içinde de bunu isteyen güçler yeterince olduğundan Rusya hiç zorluk çekmeden işgal etti. Bölgede iki hükümetlilik kurdu. Sonra da bölgeyeasgeri birlik yollayarak Rusya topraklarına kattı. Binlerce insan öldü, onbinlerce aile dağıldı. Güneye doğru göçler başladı. Bölgede zaten zayıf olan endüstri tamamen dağıldı.

DünRusya yanlısı olanlar ve onların evlatlarının bir ksmı kandırıldıklarını anlayıp yeniden Rusya aleyhinde toplanmaya başladılar.  Bu çatışma 130 seneden çok sürdü. Binlerce Kırım Türkü öldürüldü, sürüldü, insanlar kendi torpaklarından kaçmaya mecbur kaldı. Nüfusun doğal artımı azaldmaya başladı. Bu Rusya’nın işine geliyordu. Çünkü boşalmış yerleri Ruslarla doldurmakta idi.

20. Yüzyılın başlarında Rusya’nın her yerinde olduğu gibi Kırım’da da sınıf ayrımcılığı derinleşmeğe başlar. Kırım türklerinden de Kommunizm idyolojisinde, sosyal beraberliğe uyanlar yeniden Rusyanın yanında yer aldılar. Rus Bolşevikleri Kırım’ı  yeniden işgal etdiler. Savaşlarda, açlıq vehastalıktan yüz binlerce insan öldü. Kommunister isebütün zorlukların geçici olduğu vaadini veriyorlardı. Cengiz Dağcı da cennet gibi bir memleketde, cehennemi yaşayan bir ortamda doğdu.

 

1.Cengiz DağcınınSovyet siyasetinin iç yüzünü açma metodu

 

Sovyetler durmadan insanların fakirlikle yaşamasının, hukularının çeğnenmesinin, bakışaçılarının kısıtlı olmasının nedeninin sömürgeci güçlerin olduğu propogandasını yaparlardı. Onlar kısasürede mahv edilirsetoprağın köylünün, çalışan sınfının olacağını ve insanların refah içinde yaşayacağını söylerler. Bolşevikler öldürdükleri, sürdükleri ülkeden kaçmaya mecbur bıraktıkları zenginlerin mal varlığını köyülelere dağıttı. Ama köylünün bu torpağı  tekbaşınaekmek becerinin ekin aletlerinin olup olmadığı ileilgilenmedi. Yapılan bu işlemler beklenen sonucu vermez. Mahsül bolluğu yerine açlık başlar.

Cengiz Dağcı’nın da ailesi vakti zamanında Rusya zenginlerinin dinlenmek için geldiğiGurzuf kasabası yakınlığındaki Kızıldaş köyünde yaşar ve küçük bir toprak araziyi ekmekle geçimlerini sağlarlardı. Bolşevikler hükümeti ele aldıkları ilk gün, yani 1917 yılı Ekim’in 26’da(yeni teqvimle Noyabrın 8-de) “Toprak hakkında dekre”            verilir(ASE, 1984:527: 8. cild). Bu dekretten sonra insanların yüzyıllarboyu ektikleri torpaklar ellerinden alınıp dağıtıldı. Köylülerin bir kısmı o toprakları ekmeğe yeni yeni alışmışlardı ki, topraklar ellerinden alınıb kollektiv çiftlik-kolhoz kuruldu. Kolhozların sözdegönüllülük prensibi ile kurulduğu söylense de aslında zoraki kurulmuştu. Torpağını, malını, mülkünü, ekin aletlerini kolhoza vermeyen binlercekurşuna dizilmiş, sürülmüş, haps edilmişti.  Yönetimin ana prensibi zorakilik olduğundan pilanlı çiftcilik adına plansızlık olduğundan ülkeyi açlık, hastalık sarmıştı. Sonuçta on milyonlarca insan mahv olmuştu. Bütün bu olaylar 11-12 yaşlı Cengiz’eöylesine ağır darbe olmuş ki, yazar bu olayları  ömrünün sonuna kadar unutmamıştı. Eserlerinde tekrar-tekrar bu konuya değinmiştir.

“Sovyetlerde durmadan Rusya Bolşevik hükümetini kurduktan sonar hızla geliştiği, sosyal adaletin kurulduğu propogandası yapılmakta idi. Köylülere, amelelere haklarının verildiği söylenmekte idi. Hatta dünyadaki ihtiyaç sahiplerine Sovyetler Birliğinin yardım ettiği fikirleri de empoze ediliyordu. Oysa ki, memleketin durumu Cengiz Dağcı   kaleminden şöyle betimlenir: “Şallı kadınlar, eski püçkü, yamalı elbiseler içinde,değnek  gibi ince kolcukları ayazda moralmış çocuklar şosede kamyonlar bekliyordu”.(Dağcı Cengiz, 1989:14).

İnsanların durumu felç olmuştu. Yazar bir cümle ile onu şöyle anladır: “Geçim zordu. Fakat biz çok bir şey istemiyorduk. Akşam bir lokma, sabah bir lokma ekmek, bir bardak su, bazen kuru peksimet çorba bize yeterdi”(Dağcı Cengiz, 1989:14).

 

1.1.                  Sovyet döneminde insan hakları

 

Bolşevikler’inhükümete geldikleri ilk günden verdıkleri kararlardan biri de “Emekseverlerin vesömürülen halkların hukuk beyennamesi” oldu (ASE, 1984:528: 8. cild).  1918 yılı Ocak ayında 3. Genel RusyaSovyetler kongresinde kabul edilmiş  bu kanunda halka çok vaadler verilir. Vicdan özgürlüğünden söz edilir. Sovyet basını durmadan ebeveynlerin suçu yüzünden evlatların cezalanmayacağını söyleseler de tam tersini yaparlardı. Nasıl mı? Bu soruyu Cengiz Dağci babası göz altına alınmış Sadık’ındilile anlatır. Sadık “Annesi kadar sevdigi öyretmeninden nasıl kırıldığını” yazar “Korkunç yıllar” şöylebetimler:

“Ama kımseye bakmıyor, yüzü hiç gülümsemiyordu(yanı öğretmen Safiye-A.Ş.H.). Yanıma geldi, bir süre sessiz durdukdan sonra:

Ayağa kalktım. Sinfin açık pençeresinden bahçeye bakarak, sözüne devam etti:

-    Bugünden sonra senin okule gelmen yasak edildi. Çünkü...Anladın mı Sadık?

-    Anladım, dedim ve öğretmeninimiz Safiye’nin de mektep gibi içimden koparılıp atıldığını hiss etdim”.

Mektepten ayrılandan iki hafta sonra Muharrem çeşmesi yanında öğrencisi ile karşılaşan

Sefiye muellim deyir:

“- Bir dakika... Güyümleri yere burak Sadık.

Dedigini yaptım. Avucumun içine bir deste kağıt para sıkıştırdı:

-Bunu annene ver, Sadık. Ama kayb etme, sakın”.

Sadık’ın hakkını savunmadan korkan, içini rahatlatmak için ona para veren öğretmen Safiye hakkında Cengiz Dağcı yazzır:

“İki ay sonra köye gene Kazaklar(A.Ş.) geldiler. Gidererken, köyün yarı ahalisini de beraberlerinde götürdüler. Öğretmen Safiye de  o götürülenler arasında idi”(Dağcı Cengiz, 1989:13).

.  Sovyetler özgürlük adı altında insanların bütün haqlarını tapdalayırdı. Min illk geleneyi, inanca sayğı göstermirdi. İslam inancında başkasının malına-mülküne göz dikmek şöyle haram sayılır. Bolşeviklerin hükümete gelişi ise bunları bir anda mehv etdi.  Cengiz Dağcı  Sadık’ın dilinden deyir:“Evimize Varonejli bir Rus alesi yerleşmişti. Evin önündeki meşeler devrilmiş, ahşap kalbon merdiven kesilmişti. Eşik tahtasını kütük yerine kullanıyorlardı. Bahçemizi bakımsız, berbat bir halde buldum.” (Dağcı Cengiz, 1989:15).

Neinki Rusyada yaşayanların, hetta dünyanın heryerindeki ezilenlerin, hüququ tapdananların hüququnu qorumağı ved eden kommunistlerin günahsız hebs edilen, heç bir suçu olmadaığına göre hebsden azad edilen  bir insanın taleyi şöyle tesvir edilir:“Babam hapishaneden çıktıktan sonra iki hafta, işsiz, sokaklarda dolaşmış. Açlıktan şişmege başlamış, Bir gün, çarşıda, taşlar üstünde yattığını gören bir Müslüman, ona açımış da evine götürüp yedirmiş, giydirmiş. Kendi evine kalabalık ailesi ancak sığabildiginden, babama, evine bitişik bir kümseste yer vermiştir.” (Dağcı Cengiz, 1989:15).

Cezalanan, ölüme tehrik edilen yalnız Sadıkın babasıdırmı? Hayır! Onun ailesinin taleyine yazar şöyle göz atır:“Yakacağimiz kalmadı. Ne odun, ne kömür. Komşumuz Mehmet Ağa son tezegini getirdi. Bütün gün yakıp tükettik de küçüğe bir kasa su bile ısıtamadık!”(Dağcı Cengiz, 1989:15).Nisan başlarında küçüklerin ikisi birden hastalandı. Esmcığı Nisanın sonunda gömdük. Tam iki hafta sonra küçük, mlek yüzlü, kıvırcık saçlı Sabirciyi de kömüp kardeşi Esman’ın yanına bırakdık.”.(Dağcı Cengiz, 1989:16).

Sovyetlerin tüm baskılarına rağmen iyiliksever insanlar zor durumlarında insanlara yardım ederler. Bu insanlardan biri deeskierkeklerden Yaltalı Niyazi Efendidir. “Eski erkekler” deyimi aslında geri kalmışlık, mühafazakarlık anlamini içerir. Yenilik, yeniliğe can atma iseiyi anlamda kullanılır. Bolşevikler gelişleri ile yenilik adı altında o kadar haksızlıklar adalaetsizlikler yaparlar ki, insanlar eskinin özlemini duyar. Eskilik kendi negativ anlamından çıkarak pozitiv anlam kazanır. Doğruluk, dürüstlük adaletlilik, cesaretlilik gibi iyi özellikleri içerir. Yaltalı Niyazi de böylerinden. Sovyetokulundaçalışsa da, Sovyetkanunlarından haberdar olsa da geleneğe bağlı, vicdanının sesini dinleyen birisidir.

 Yaltalı Niyazi efendi hakkında yazar Sadık’ın babasının dilinden şöyleanlatır: “ Ben, kayabaşı orta okuline gittim, konuştum. Müdürü, Yaltalı Niyazi Efendi’dir. Eskilerdendir...Açık konuştum. Benim mapusta yattığımı söyledim. Siz bunlardan kimseye bahs etmegin, dedi. Sadık’ı ise ders yılı bana yollayın, kendim imtahan edecem”(Dağcı Cengiz, 1989:18).

 

1.2.Sovyetlerin vicdan azadlığına ikili münasibeti

 

Rusyaişgal etdiğiarazilerde İslam’ı zamanla unutturarak halkı Hristiyan etmek, sonra ise Ruslaştırmakiçinçeşitli planlar gerçekleştirirdi. Planlar da etap etap gerçekleştirilirdi. Bu etabın en belirgin özelliği hükumetin Müslümanimamlarını ele almak vekendine tabi etmek amacı ile Hristiyanlıktaki kilise kuruluna benzer İslam dini kurumu kurmak politikası ile alakalı idi. 29 Kasım 1832 yılında çarın Senata gönderdiği mektuptKafkasya Müslümanların dini işler kurumuhakkında baredegerekçe hazırlanması teklif edilir. Kafkasya canişini knyaz Vorontsov’un emri ile1849 senesinde Dış İşler bakanlığının çalışanı N.Hanıkov "Müslüman ruhanilerin organizatörü hakkındagerekçe" projesini hazırladı. Layihe bütünüğleövlükde beyenilse de Kırım Savaşı projenin gerçekleşme sürecini aksatır. 1864-cü ilde hemin işi davam etdirmek için yeni komissiya yaradıldı, yerli şie ve sünni mezheblerinin nümayendeleri de komissiyanın terkibine qatıldılar. Hazırlanan telimatlar Müslüman ruhanilerinin vezifelerini, hüquq ve imtiyazlarını, dünyevi hükümetle münasibetlerini tenzim edirdi. 1867-ci ile qeder hökumetden yalnız şeyhülislam ve müfti maaş alırlardı, oysa bu seneden itibaren diğer yüksek rütbeli Müslüman ruhanileri de maaş almağa başlar.

Bölşevikler hükümete geldikde ise tamamen farklı bir yol seçtiler. Rusya yöneticilerinin 300 yıl içinde gerçekletiremediğini kısa bir zamanda gerçekleştirmeğe çalıştılar. Bunun için dehükümet ilk günden dinin devletten ayrıldıdğını ilan ettiler. Az sonra ise dini ayinlerin icrası yasaklandı. Bununla da yetinmez, dini mabedler zorakilik ile yıkılmaya başlar.

Vicdan özgürlüğünün korumacısı rolünü üstlenen Sovyet memurları yaptıklarının insanların meneviyyatına nasıl ağır darbe vurduğunu düşünmek dahi istemezlerdi. Sovyetokulundaeğitim almış, Soyet terbiyesi görmüş, aslında ateyist ruhlu olmalı mekteplinin iç dünyasını Cengiz Dağcı şöylebetimler: “Bazan, ders sırasında  minareye bakar, dalardım; bazan hocamın sualını bile duymazdım, o zaman yanımda oturan Süleyman, dirseyi ile dürterdi beni.... Derslerimiz de dine karşı olmasına, mektepte dinsizliği, komünizm idealleriini öğrenmemize rağmen ben ruhumla minarenin bir parçasıydım(Dağcı Cengiz, 1989:19).

Caminin uçurulmasının okul yaşındaki çocuğaetkisini iseyazarşöylebetimler: “Yeşilliklerin arasında göğe, renksiz bir duman yükseliyordu. Ben bütün benlığimle hala demin içinde  sallanan o şeyin esiriydim. Minare yıkıldı gitti, ben ne yıkılabiliyor, ne de ayakta dura biliyordum. Kaçıyordumz, kaçıyordum.Nereye? Niçin? Bilmiyorum. Hayat benim için manasız bir kelimeydi. Sınıf, Süleyman, dışarı evler, insanlar, mektep benim için birer hiçti. Minare devrildi, minareyle birlikte, içimde beni yaşatan bir şey de yerle bir oldu.  Sınıftan nasıl çıkdığımı bilmiyorum, merdivenleri nasıl indiğimi hatırlamıyorum. En çok hatırladığım, şehrin sokaklarında, alnımdan, yanaklarımdan terler aka aka  koşmamdır. Evimize gider ditmez annemin ayaklarına sarşldşm. Annem, zavallı annem, ne olduğunu bilmiyordu. Durmadan gözlerimden öperek:

--Söyle yavrum, söyle, deye ağlıyordu.

Ben hiçbir şey söyliyemiyordum, ağlıyamıyordum bile. Ertesi gün babam beni doktura götürdü... (Dağcı Cengiz, 1989:21).

Cengiz Dağcı okulli Sadıkin dilileSovyetlerin vicdan azadlığı şuarını şöylece puça çıxarır.

 

1.3.Sovyetlerin küreselcilik propogandası ve gerçekler

 

 

 

Sovyetler Birliğindeen çox propogandası yapılan meselelerden biri deküreselcilik idi.  Metbuatda, radyoda, toplantılarda her gün bu konu terennüm edilirdi.Şöyle bir fikir udurulmuştu ki, SSCB’de tüm halklar beraber vekardeş gibi yaşar. Hayatıngerçeği ise tamam başka idi. Cengiz Dağcı 1938 yılı kışında Odesa orta kumandan okulunda okumaya başladıkları yılları ve sonrakı yilları şöylebetimler: “Her  sözümüz, her düşüncemiz onun şahsı malı gibiydi.(komissar Şişkov-A.Ş.) Onun bize saatlerce Marksizmi öğretmesi, Batı kapitalizmin çürüklüğunu, dünyada  ezilen proleterlerin Sovyetler Birliği’nden, Kızılordu’dan kurtuluş bekledıklerini anlatmakla kalmıyordu. Bazan bana, yüzünü gizlediği  o maksat kalbimize girip bütün hisslerimizi söndürmek; beynimize girip bütün  düşüncelerimizin sahibi olmak ister gibi geliyordu. Birkaç Azerbaycanlı, birkaç Kırgız, tatar bir araya geldiğimiz zaman  aramıza sokulup gülümseyerek ne konuştuğumuzu,  neden bahs ettiğimizi sorardı. Her türlü behanelerle yalnız Rusca konuştururdu bizi. Bazan guya şaka niyetiyle, yurttan gelen mektuplarımızın nece yazıldığına bakmak  isterdi(Dağcı Cengiz, 1989:38).

9 ağustos 1940 yılında Odesa  orta kumandan okulundan teğmen rütbesile mezun oldub da 1941 yılın baharında  Akkerman  yakınlarında bir kampusta oldukları günleri yazar şöyle anlatır: “Köylülerin tarlasını, ekinini çiğniyoruz. Etrafın köylüleri bize dost gözwyle bakmıyorlar. Polıturuklar da bizi ahaliye yaklaştırmıyorlar. Yeni “kurtarılmış” yerlerde komünizm düşmanlarş var diyorlar. Tanklara yaklaşan köylüleri tutup tutup kampa götüryoruz. Sonra N.K.V.D. askerleri gelip onları alıyorlar. Na tarafa götürüyorlar bilmiyorum. Köylüde öyle bir korku var ki, bana 1932-1936 yıllarında bizim köylülerden sürülmüş insanları hatırlatıyor. (Dağcı Cengiz, 1989:39).

Elifbanın değişmesinin etkisini ise yazar şöylebetimler: “O fırtınaları yumruklarımı sıkıp ağzıma sokarak, içimde boğmak istiyorum; boğamıyorum. Onlar beni boğuyorlar. Yavaş yavaş yanaklarımdan süzülen  gözyaşlariyle nihayet sakinleşir gibi oluyorum. Ne zamana kadar?  Bilmiyorum.

Gazetelere  bakıyorum. Hep tatar sözleri, Tatar kelimeleri Rus harifleri ile yazılmış... O heriflere bakdıkça, kendi dilimden; annelerimizin, mini mini yavrularına ninni söylemek için kullandıkları o tatlı dilden nifret deiyorum adeta. O yazılar öyle çirkin, öyle kaba ki!... (Dağcı Cengiz, 1989:43).

Rusyahakkında Cengiz Dağcı’nın geldiği sonuçşöyle: “Torpak çok, ekmek yok; asker çok tankımız yok; siğaramız var, kibridimiz yok.Her şey tamam olursa Rusya da Rusya olmazdi...(Dağcı Cengiz, 1989:62.).

 

2.      Cengiz Dağcı’nın “Korkunç Yıllar” Romanında Milli Meseleye Baxış

Cengiz Dağcı bütün varlığıyla milletçi bir yazardır. Lakin onun milliyetçiliği günümüzde  “milliyetçilik” terimine verilen izahtan farklıdır. Günümüzde “milliyetçilik” terimiyle “şövenizm” terimi arasındaki sınırı belirlemek çok zordur. Cengiz Dağcının milliyetçiliğinde başka halkları ezmek, mahvetmek, onları alçaltmak veya köle haline getirmek amacı yoktur. Onun milliyetçiliğinin arkasında ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların savunulması durur. Onun milliyetçiliği halkı işgalcilere, zalimlere karşı mücadeleye seslemektir. Düşündüklerini de edebi detaylarla inandırıcı bir dille okuyucuya iletir.

Yazara göre ana dili, milli değerler bütün kanunlardan, kurallardan ve yasaklardan daha yüksektedir. Milli değerlere dayanmayan kanun ve kurallar bozulmaya mahkumdur. Bunu küçük bir olaydan da anlayabiliriz.

1938 yılının kışında Odessa’da orta komandan okulunda okumaya başlayan Sadık Turan’ı ve arkadaşlarını Romanya sınırına yakın bir yere götürürler. Bu o zaman idi ki, SSCB Batı Ukrayna ve Batı Beyaz Rusya’yı işgalden kurtarmak adı altında Faşist Almanya’sı ile gizli görüşler yaparak dünyanı yeniden bölüştürmeye başlamışlardı.

Sadık Turan üç ay sınır bölgesinde kaldıktan sonra yeniden Odessa’ya döner. 1940 yılının 9 Ağustos tarihinde sınava girerek teğmen rütbesi alır. “Bir hafta dinlendikten sonra 57. tümenden 94. taburun ikinci bölük kumandanlığına tayin edilen” Sadık Turan’ı ve “aynı taburun içincü bölük kumandanlığına getirilen arkadaşı Süleyman Azizi de”  (Dağcı Cengiz, 1989:38)  1941 yılın baharında Akkerman yakınlığındaki bir kampa getirirler. SSCB Almanya ile gizli anlaşma esasında yeni topraklar işgal etse de kazandıklarından ne o razı kalmıştı, ne de Almanya. Ona göre de her ikisi hızla silahlanır, sınır hattına ordu getirir, yeni savaşa hazırlanıyorlardı.  Savaşa yalnız çok askeri teknik getirerek hazırlanılmıyordu. Asker ve zabitler arasında da ciddi ideolojik propaganda yapılıyor, Rus olmayanlar yoğun denetim altına alınıyorlardı.

 Sadık Turan bu olayı böyle hatırlamaktadır: “Birkaç Azerbaycanlı, birkaç Kırgız, Tatar bir araya geldiğimiz zamanlar aramıza sokulup gülümseyerek ne konuştuğumuzu, neden bahsettiğimizi sorardı. Her türlü bahanelerle yalnız Rusça konuştururdu bizi. Bazen güya şaka niyetiyle, yurttan gelen mektuplarımızın nasıl yazıldığına bakmak isterdi”. (Dağcı Cengiz, 1989:38)

Böyle gergin günlerde iki dost, Süleyman Aziz’le Sadık Tural ana dili, milli mesele konusunda tartışırlar. Süleyman’a göre işgalciler halkların ve milletlerin beyinlerini yıkamış, onları mankurta, kendi emirlerini yerine yetiren kölelere çevirmişler. Sadık Turan ise böyle düşünmüyor. Ona göre ana dilinin şirinliği, milli değerler işgalcilerin yüzyıllar boyu yaptıkları tebligattan da, onların koyduğu kanunlardan da üstündür.

Süleyman Aziz fikirlerini ispatlamak için onun bölüğünde olan Kerim’i böyle betimlemektedir: “Bunu cahil bir köylüye anlatabilir misin? Geçen hafta benim bölüğe bir er verdiler. Dördü Kırgız, biri bizim vatandaş, adı Kerim. Üsküt köylüsü. Finlandiya savaşında bacağından yaralanmış. Ordu disiplini iliklerine işlemiş… Bu akşam, tankların bulunduğu meydanda nöbet tutuyor. Herif karacahil, öldür derlerse öldürürüm, yak derlerse yakarım diyor. Ben politikadan anlamam, yazı bilmem, ama göğsüme bak, diyor, iki madalya kazandım, biri Kızılbayrak, o biri Kızılyıldız, diyor. Bu gibi şeyleri ona nasıl anlatırsın? Gazeteler Rusça mı çıkıyor, Tatarca mı, onun için hepsi bir. Dilin önemi yok onun için. O yalnız emir bilir. Emiri ise biz değil Ruslar veriyorlar”. (Dağcı Cengiz, 1989:38)

Sadık Turan Süleyman Aziz’in düşündüklerinin yanlışlığını, milli değerlerin emir ve kanunlardan yüce olduğunu ispatlamak için gece olunca Kerim’in koruduğu tankların yanına gideceğini bildirir.   Süleyman Aziz ne yapsa da dostu inadından dönmez. Süleyman Aziz dostunun öldürüleceğinden korkarak ona askeri sır ilan parolası diyor. Sadık Tural ise inadından dönmez. Süleyman Aziz de gecenin karanlığında onun arkasınca gelir. Kerim karanlıkta biirisinin yaklaştığını hissederek onu durdurmaya çalışır. Parolayı sorar. Sadık Tural ise parola yerine ana dilinde ona müracaat eder. Bu an Kerim bütün kanunları unutarak Sadık Tural’ı içtenlikle karşılar ve diyor: “Bereket versin Tatarca cevap verdin, teğmen arkadaş. Vallah az kala ateş edecektim.”  Süleyman Aziz gelip Kerim’e kızdığında o komutanına şöyle cevap verir: “Müslüman’ca konuştu Süleyman ağa. Ateş edemezdim ya!”  (Dağcı Cengiz, 1989:49)

Bu küçük olay birçok meselelere açıklık getirmektedir.

Sadık Tural hayatının bir anını böyle betimlemektedir: …“uzaklardan kulaklarıma iniltili bir ses geliyor. Durup dinliyorum. Birçok fısıltı ve sesler içinden, neden bilmem, o ses bana, beni çağırıyor gibi geliyor.” (Dağcı Cengiz, 1989:85) Ses sahibini bulur. Bu ağır yaralı, ölüm ayağında olan bir Kazan Tatarının sesidir. O, Sadık Tural’a sanki son nefesinde vasiyet edir: “Harp etme… Bu zalim millet uğrunda kan dökme gardaş…Kazanda okudum, doktor oldum… 1935’te beni, canımdan çok sevdiğim çocuklarımdan ve karımdan ayırıp götürdüler…Hapse attılar… Niçin? Bilmiyorum. Altı yıl, G.P.U. zindanlarında çürüdüm. İki ay önce hapishaneden alıp buraya getirdiler. İki Alman kurşunu karnımı deldi…Biliyorum, doktor fayda etmez gardaş, Dinle beni!.. Sen harp etme…”(Dağcı Cengiz, 1989:87)

Sadık Turan cephede görüştüğü Kırgız Kılıçbay’dan da, gülle yağmuru altında komutanlarından ve Ruslardan gizli soydaşlarını etrafına toplayarak namaz kıldıran “Buharalı uzun boylu” Özbek aksakalından da, soydaşlarını Osman’ı, Cevdet’i, Halil’i çevresine toplayarak oları koruyan sert karakterli Mustafa Ağadan da, Berlin’den gelip de esir kampındaki Tatar, Kırgız, Özbek, Türkmen vb. Türküstanlı adı altında birleştirerek askeri birlik yaratmak isteyen Tokay Beyden, onunla aynı dili konuşan, ama başka dini inançlı Karaimden de büyük sevgiyle bahsetmektedir.

Cengiz Dağcının kitabın sonunda “Düşmanım kim?’ sorusuna verdiği cevap bir ittihamnameni hatırlatır. O yzır: “ Siz değilmisiniz Şişkov! Yalanla dolanla mimlikitımı istila ettinz. Himayenize girmekle torpaklarımız, malımız, mülkümüz, dinimiz korunacak diye, sizden öncekiler söz verdiler. Teslim olduk. O millet, yurdunu her şeyden  çok sevdiğinden teslim oldu. Silahlarımızı bırakdık. Ya siz?  Memleketimize girdiğiniz günden beri o topraklar kan içinde. Minarelerimizi devirdiniz. Su kemerlerimizi, çeşmelerimizi, heykellerimizi, mermer saraylarımızı atlarınıza ahur yaptınız.  Müezzinlerimiz ezan okumak üzre minarelere çıkdıkları vakt, sarhoş askerleriniz eğlenmek için kalplarını nişan alma talimi yaptılar.

Hey Şişkof, Şişkof! ... Düşmanımız asıl siz değilmiziniz? Ömürlerinin son günlerini duayla, namazla geçirmek isteyen ihtiyarlarımızı, seksenlik ninelerimizi, hayvan vagonlarına doldurup haftalarca pislik, sidik içinde Sibirya’ya taşıyanlar siz değil miydiniz?

... 1932 yılın yazıydı. Kırım’ın kıyı köylerinde kan gövdeyi götürüyordu. Bağında, bahçesinde, bir avuç tarlasında çalışan babalarımızı sarhoş askerleriniz önlerine katmış, tüfenklerinin dipçekleriyle bellerine vura vura Yalta’ya sürüyorlardı. Hiç unutmam, o zamanlar daha on üç yaşlarında bir çocuktum. Babamla, gizlice, dağlardan keçip Yalta’ya gitmiştik. Uzaklardan, toprağından ayrılan millete gözlerimiz yaşararak bakıyorduk. Bu manzarayı bir vahşi, orta Afrikalı zenci bile görecek olsa, tüyleri diken diken olurdu.” (Dağcı Cengiz, 1989:252-253)

 

Sonuç

Bolşevikler hükümeti ele aldıktan sonra çar Rusyasının varisi olmadıklarını belirterek insanlara mutluluk vaadi verdiler. Bu vaadlerin yalan olduğunu gören, ona karşı direnenler sırasında Cingiz Dağcı da vardı. O, Sovyetlerin yıllarla büyük paralar hesabına yaptığı propogandayı küçük ve sade cümleler ile çürütürdü. Bu yüzdendir ki, Sovyetler çökünceyedek Cengiz Dağcıya  düşmanca yaklaşıldı. Daha sonra ise Rusya da bu düşmanlığı sürdürmeğe devam etti. Çünkü yazarın küçük ve anlaşılır cümlelerinde dünyaya atom silahı ile meydan okuyan Rusya korkuyor.

 

Kaynaklar

1.    Dağcı Cengiz.(2011). Korkunç yıllar, Ötüken neşriyatı, 16 basım, Ankara.

2.    Hüseyinoğlu Ali Şamil. (2014) Cengiz Dağcı – Azerbaycan İlişkisi Bağlamında “Korkunç Yıllar” RomanındakiAzerbacanlı İmajı, Kardeş Kalemler Aylık Avrasya  Edebiyat dergisi, , Nisan sayı 88, seh.http://www.kardeskalemler.com/nisan2014/korkunc_yillar_romanindaki_azerbaycanli_imaji.htm

3.      Şamil Ali. (2011). Gözlenilen ölümün acısı ve ya Cingiz Dağcı dünyadan köçdü. “525-ci qezet”, 28 sentyabr, sayı 176(3492), seh. 7. http://old.525.az/view.php?lang=az&menu=7&id=33721&type=1, http://www.anl.az/down/meqale/525/2011/sentyabr/201470.htm

4.  Şamil Ali.(2012) Qırım sevgisi, QCİ “Qırımdevoquvpedneşir” neşriyyatı,  Simferopol, , 200 seh.

 

 

Çap olundu: Cengiz Dağci’nin “Korkunç Yillar” Romaninda Sovyet İdolojisinin İfşasi, (Hazırlayanlar: Hürcan Ankay, Deniz Depe) Uluslararası Cengiz Dağci sempozyumun Bildiri kitabı, 16-17 Mayıs 2017, Eskişehir, səh.159-164.  

 

 

 

 

 

 

Sayğac
 
Flag Counter
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol