Azerbaycan Senin Başın Sağ Olsun!

 

İtgilerimiz

AZERBAYCAN SENİN BAŞIN SAĞ OLSUN!

Ali Şamil

alishamil@yahoo.com

 

Hasan Azerbaycan’ın ölüm haberini öldüğü gün aldım. Resmi belgelerde soyadı Hergöli yazılsa da,eş dost onu Hasan Azerbaycan olarak bilirdi. Şiirlerinde, konser afişlerinde adını Hasan Demirçi olarak yazar. Biri ile tanışınca ise kendini Hasan Demirçi olarak taktim eder. Ailesi geçimini demir(çelik) işinden çıkardığı için Demirçi lakabını almış.

Sanatını çok severdi. Yeniyetme çağlarında babası onu kuyumcuya çırak verir. Ustasını altına pakır kattığını görünce “ben haram yemem” deyip, haman oradan uzaklaşır. “Demir(çelik) öyle bir şey ki, kimse ona ucuz metal katıp pahalıya satmaz” derdi hep.

 Dünyada adaletli toplum kuracakları vaadi veren Sovyetlerde ne sosyal adalet oldu, ne de insanların hakları korundu. Halklara özgürlükleri dahi verilmedi. Aksine, Sovetler sınırlarını “demir perde” ile kapatmaya çalışır. Sovyetler yaşasaydı ne Hasan Demirçi gibi bir vatanseveri tanırdık, ne de seneler sonra bile onun ölümü hakkında bilgimiz olurdur. Sınırlar açılmadan önce Kuzey Azerbaycan’da ve İran’ın diğer yerlerinde yaşayan akrabalarının ölümü ve yaşamı hakkında hiç bir bilgi alamayan milyonlarca insanlar vardı.  Oysa günümüzde internet ve telefonlar haberlerin hızla uçmasına ortam oluşturur.

...Hasan Demircinin baygın halde hastahaneye götürülmesi haberini Seyid Muhammed Tebriziden aldım. Yaşlı ve ağır hasta olması onun durumunun ağırlığından haber verirdi. Buna rağmen, Seyid Muhammed Tebrizi beni teselli ederek meşhur doktor Celil Şerebyan’ın kendisini muayene ettiğini ve iyileşeceğini söyledi. Tebrizin vali yardımcısı Purmehdi de kendisini hastanede ziyarette bulunur.  Yani Hasan Azerbaycan’ın  müayenesine özel dikkat ediliyordu.

Bunun için de onun iyileşeceğine, yeniden görşeceğimize dair bir umut doğdu içime. Her zaman onu sevinçli ve pozitiv görmüştüm. Ona yapılan haksızlıkları hep gülerek idare etmiş. Hiç bi zaman dünyadan, hayattan şikayet etmez, sıkıntılarını, gördüğü baskıları, hastalığı konuşmazdı. Demir iradeli Hasan’ın bir kez daha hastalığı da yeneceğini düşündüm. O çokca zorlukları, soruşturmaları, baskıları, hapisedilmeleri atlatmış.

Hapsedilenler, soruşturulmaya maruz kalanlar, genelde oradaki zorakiliği, vahşeti insanların aşağılanmasından şikayet ederler. Hasan Azerbaycan ise bir kez bile şikayet etmez. Onun tutuklanması ve ya soruşturulması konusu açılınca ise ince mizah ile konuyu değiştirirdi. Bir defasında ondan soruşturmaya davet edildiği ve tutuklanması hakkında bilgi almağa çalıştım. Benim inad ettiğimi, vazgeçmeyeceğimi anlayıp hatrılamaya çalıştı. Hafızası bir bilgisayar gibiydi. O anllatıkça ben not aldım. Sonda tam 20 kez soruşturulmuş ve 2-3 gün gözaltına alınarak serbest bırakılmış. İki kez de bir kaç aylık ceza evine gönderilmişti.

Tebriz’in sokaklarında ana dili ile ilgili sloganlar yazıldığı için 1360 (miladi 1981) yılında tutuklamışlar. Onu tutuklayanı da soruşturmasını yapanı da Türk olmuştu. Soruşturmanın tüm detaylarını hatırlıyordu. Canının yakılmasını, takip edilmesini facia olarak görmez, kendini kahraman olarak taktim etmezdi.

Tam 20 sene öncesinde Tebriz’de Hasan Demirçi ile görüştüğümüz zaman o, gülerek söylemişti:

--Beni soruşturmaya alan, vatana ihanette suçlayanın kendisi ülkeden kaçmış. Gittiği ülkede insan hakları savunucusu olduğunu, İran İslam rejiminin düşmanı olarak kaçan kişilerin büyük ekserinin ETTELAAT’la çalıştığını söylemiş. Bunu gittiği ülkenin istihbarat ajanlarına söylemekle yetinmez bir deiftira attlığı insanların isim listesini yazılı medyada yayınlar. Hain olması azmış gibi, bir de yurtdışına gidenlerin de başını yakar.

Her seferinde Tebriz’e giderken, Hasan ile söhbet ettiğimde onu üzen, soruşturan ajanların birinin ve ya bir kaçının kötü işleri yüzünden cezalandırıldıklarını duyardım.

Hasan Demirci korku hissini uzun zaman önce uzaklaştırır kendinden. Avrupa’ya Türkiye’ye veya Azerbaycan’a davet edilirse muhakkak müzisyen arkadaşları ile beraber giderdi.

2014 yılı Nisan’ın 27’si hapusten çıktığı zaman onunla görüştüm. Tanıdıkların beni korumak adına onu aramamamı, evine gitmememi söyleseler de, ben onu görmeden dayanamadım.Telefon açtım ve görüştük. Biliyordum ki, hapishanedeki günlerinin ağırlığından konuşmayacak, haksız tutuklanmasından şikayet etmeyecek. Düşündüğüm gibi oldu.  O gülerek hapishanede insanları etrafına toplayıp onlara enstrümanda çalmayı, ana dilinde yamağı, okumayı öğretmesinden, şiir ezberletmesinden, edebiyatımızdan, tarihimiz hakkında bilgi vermesinden bahsetti. Sonda da “hapishanede suyun tazyikli geldiğinden ve güzelce duş almasını anlattı.

Bir keresinde Tebrizde yolda söhbet ederek yürüyorduk. Orta boylu biri yanımıza gelerek Hasan ile görüştü. Bana da isteksiz selam verdi. Galiba Azerbaycan Cumhuriyetinden olduğumu hissetmişdi. Hasan Azerbaycan ile çok samimi konuştu. Onu özlediğini, işlernin iyi gitmediğini söyledi. Bir daha gelmesini rica etti. Onun olduğu zamanlarda işler yolunda gidermiş, olmadığı zamanlarda işe işler çok karışırmış. Bu insanın Hasan Azerbaycan’ı  nereye çağırdığını anlayamadım. Ayrıldıktan sonra Hasan Azerbaycan gülümseyerek, “zindanbanlardandır (ceza evi görevlisi, kardian)” --dedi. Ben hapishanede (ceza evi) olduğum zaman ordakiler etrafıma toplanır. Kimine ana dilinde yazma okuma öğretirim, kimine çalmayı, okumayı. Meşguliyet olur ve kötü iş sahibi zindanbanları (kardian) rahatsız eden birileri de olmaz. Onun için benim yine hapishanede(ceza evi) olmamı istiyorlar.

Aklıma 1950’li yıllarda Tebriz’de yaşamış Hacızade soyisimli bir komik artist hakkında duyduklarım geldi. Haksız yere sık sık tutuklanırmış. Hapis süresi bitince hapishanedekiler çeşitli bahaneler ile onun hapis süresinin yeniden uzamasına çalışırlarmış. “Sen gidersen bir burada sıkılırız” diyorlarmış. Hasan Azerbaycan da böylelerinden idi. Onun için sadece vatanseverler değil, hapis yatan caniler ve hapishane çalışanları de özlüyorlar.

Hasan Azerbaycan’la tanışmamız çok özeldir.

...İlk kez onu 1990 yılı Ocak’ın 25’de Tebriz’de gördüm. Yalnız değildi. Rahmetli şair Yehya Şeyda, şair-mimar Yakup Teğevi, radyoda çalışan Behruz Sultanpur, Seher lakabı ile şiirler yazan Ahmet Heyderoğlu ve Hüseyn Vüsigi ile birlikte “Tebriz İnterneyşn” oteline gelmişlerdi. Biz de sekkiz kişi Nahçıvan Bakanlar Kurulu yanındakı Uluslararası Ekonomik İlişkiler Kurumu başkanı Yadiğar Babayev, Azerbaycan Halk Cephesi Nahçivan Şehir Kurumu yönetimi üyeleri Sülheddin Ekber, Serdar Celaloğlu, Fahrettin Şeyhelesgersoy, Azerbaycan Halk Cephesi aktivi Abbasgulu Emiraslanov, Nahçivandaki dini konulu hayırseverlik kurumunun başkanı Sahib Ahundov, Nahçivan Cuma Camisinin imamı Muhammet ve Azerbaycan Halk Cephesi Nahçivan Vilayet Kurumu yönetim üyesi olarak benim de dahil olduğum bir grup Nahçıvan’ın Sovyetlerden ayrılması hakkındaki kararı dünyaya duyurmak için İran’a gitmiştik. 

ETTELAAT’ın çalışanları gelişimizden heber tutmuş Tebriz aydınlarının içeriye geçmesini engellemeye çalışıyorlardı. Bizim sert itirazımız ve onların israrından sonra otelin foyesine geçmeyi başardık. Lakin sohpet etmemize izin vermediler. Onları ite kaka otelin ikinci katında bir odaya götürdüler. Bizi de sakinleştirmeye çalıştılar. Lakin bu mümkün değildi. Çoğumuz resmi devlet kurumunda çalışmadığımız için diplomatik kurallara da uymuyorduk. Miting havası sezilmekte idi. Az daha otelin önünde mitingyapacak gibi duruyorduk. ETTELAAT çalışanları da bizi hayretle izliyorlardı. Sıkça komşu odadaki telefon ile bir yerleri arıyorlardı. Onların kimlerle konuşup, neyi tartıştıklarını bilmesek te, ses tonlarından çok sinirli ve heyecanlı oldukları anlaşılmakta idi. Bir saat kadar tartıştıkdan sonra görüş için izin aldık.

Foyede ETTELAAT’ın çalışanlarının gözetimi altında konuşmaya başladık. Hatta görüşmemizi kameraya dahi çektiler. Biz bunu nedem yaptıklarını sorunca ise, “bz çekmiyoruz televizyon çalışanları çekiyor. Tebriz aydınlarının sizinle görüşünü televizyonda gösterecekler” cevabını verdiler. Sanki çocuk kandırır gibi söylenen lafa gülmemek mümkün değildi. Coçuk kandırımış kibi bizi kandırmalarına, Azerbaycanlıların degimile “Uşaq başı aldadan bu fikirlere” gülürdük. Biz açıkca yalan söylediklerini beyan ettik. Onlar ise bizim söylediklerimizi duymayarak işlerini yaptılar.

Gözetim altında olmamıza rağmen Hasan Demirçigille çok samimi sohpet ettik. Öğrendik ki, Kuzey Azerbaycan’daki olayları dikkatlice izliyorlar. Son günler Bakı’da radyo ve televizyon çalışmadığı için heberleri Nahçıvan ve Şuşa’dan yayınlanan programlardan alıyorlar. Bizden  Azerbaycan’da gerçekleşen olayların teferrüatını öğrenmeye çalışıyorlardı. Sohpet esnasında Kuzey’deki olayları doğru dürüst anlamasalar bile soydaşları için çok tedirginler.

...1990 yılı Ocak’ın 17’den itibaren Sederek yakınlığında çatışmalar başlamıştı. Oradaki SSCB İç İşleri Bakanlığının özel timi asayişi korumak yerine Kerki’yi(Nahçıvan Özerk Cümhuriyetinde köy) işgal etmesi için Ermeni silahlı çetelerine yardımcı oluyordu. Kerki köyünün işgali İrevan-Gorus-Karabağ yolunun emniyetini temin etmenin yanı sıra Sederek köyüne bir kaç yerden aynı anda hücum etme imkanı sağlıyordu. Nahçıvan’ın rehber parti çalışanları Bakı’ya, Moskova’ya telefon açarak durumun ağır olduğunu belirtirler. Oradan çok sert veaşağılayıcı cevaplar alırlar. Durumun ağırlığını gören özerk cumhuriyetin rehberleri yerel halk cephesinin (Sovyet döneminde ayaklanan halk “Halk cephesi mensupları” olarak bilinirler) başında duranlara “Gidin, nasıl yapabiliyorsanız, halkı o şekil korumaya çalışın. Bizim yapabileceğimiz bir şey kalmamış”– şeklinde uyarırlar.

Hükümet dairelerine yardım edecek ümidi ile gidenlerin hepisi Azerbaycan Halk Cebhesi Nahçivan Vilayet Teşkilatına yönelirler. O günlerde Halk Cephesi’nin küçük karargahı arı yuvasını hatırlatmakta idi.

İki sene öncesinde SSCB İç İşler Bakanlığından Nahçivan Dahili İşler Bakanlığından Nahçivan’a av tüfeklerinin dahi halktan alınmasına dair emir verilmişti. Milisler (Sovyet polisi) de vazife borçlarını “şerefle” yapmışlardı. Artık insanlar Ermeni çetelerine karşı tamamen silahsız ve korumasız kalmıştı. Bunu gören milisler(Sovyet polisi)  pişman olsalar da, artık çok geçti.

Kötü günde sadece ov tüfekleri değil, 19. yüzyıldan kalma eski beşatanlar, hatta kılıçlar ve hancerler saklanıldığı yerden çıkarıldı. Beş on tane Kalaşnikov silahlı milis (polis)lerin yanı sıra, balta ile silahlanmış insanlar da Sederek köyüne giderek Ermeni çetelerini durdurmaya çalıştı. Her yerde, kurum ve teşkilatlarda içine düştüğümüz durumdan çıkmanın yolları aranmakta idi. Ocak ayının 19’da Sederek etrafında çatışma güçlenir. Diğer taraftan da Sovyet ordusunun Bakü’ye hücum ettiği haberini aldık. 

Azerbaycan Halk Cephesi Nahçivan Vilayet Teşkilatı Nahçivan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Parlamentosu’nun acil toplantısının yapılması için Nahçivan Vilayet Parti Yönetiminin emir vermesi gerekliydi. Bu yüzden de Halk Cebhesi  Parlamento’ya baskı yapması için işçi-köylü millet vekillerini kullanmaya karar verir. Biz iyi biliyorduk ku, memur, devlet görevlisi millet vekillerini bunu yapmaları için razı edemeyiz.

Binlerce kişi Parlamento binası ile Vilayet Parti Yönetimi binası arasındaki meydana toplanır. Mitingler yapılır. Mitingleri her zaman Halk cephesi aktivleri başlatır ve yönetirlerdi. Bu gün isedurum çok karışık idi. Halk Cephesi aktivlerinin büyük çoğunluğu Sederek’te savaş bölgesinde idi. Bazıları Halk Cephesi’nin karargahında telefonla Bakı’daki durumu öğrenerek meydanlardaki insanlara haber vermeğe çalışırlar. Miting Nahçivan’da bilgileri en hızlı şekilde almak için yerdi adeta. Sederek’e çatışmaya gitmek isteyenlerin gruplara ayrılması, yaralıların ve insanların savaş bölgesinden uzaklaştırılması, mitinglerin yönetimi Halk cebhesinin üzerine düşmüştü.

   Bunun yanı sıra, cebheciler köylerdeki millet vekillerini Nahçivan MSSR Parlamentosu’nun OHAL toplantısına getirirler. Toplantı başlar. Rehberlerin ekseri bu olayla ilgisinin olmadığını göstermek için saklanmışlardı. Nahçivan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Parlamentosu başkanı Sekine Aliyeva meydanda yalnız kalmıştı. Onun destekçileri ise sadece Parlamentoda çalışan bir kaç vatansever genç idi. OHAL toplantısında yapılması gereken konuşmalar önceden hazırlanarak Vilayet Parti Yönetimine okunmamıştı (Sovyet ideyolojisinin korunması adına parlamentoda yapılan bütün konuşmalar önceden vilayet parti yönetimine okunması gerekirdi – A.Ş.). Kabul edilecek kararların projeleri bile yazılmamıştı.

Toplantıda Nahçivan’ın sosyal politik durumu tartışılır. Önceki toplantılarda parlamentoya gelmelerine izin verilmemiş aydınlar, Halk cephesi üyeleri şimdi toplantıyı yönetiyorlardı. Toplantıya katılan Nahçivan MSSR’in, Azerbaycan SSR’in, SSRİ Parlamentosu’nun işçi köylü millet vekilleri akılalmaz şekilde değişmişlerdi. Onlar artık “yukarı”dan emir beklemiyor Halk Cephesi’nin aktvlerine kurtarıcı gözü ile bakıyorlardı: “Siz ne isterseniz, nasıl isterseniz biz onun kabul edilmesini oylayalım” – diyorlardı.

Biz de ortamı kullanarak isteklerimizi gerekleştirmeğe çalıştık. Nahçivan MSSR’e ve Bakı’ya silahlı yardım yapabilmek amacı ile 1921 yılında beş ülkenin Moskva ve Kars’da yaptıkları antlaşmağa esaslanarak Nahçivan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin iptalı, Nahçivan Cumhuriyeti’nin kurulması ve yeni cumhuriyetin Sovyetlerden çıkması hakkında kanun çıkardık.

Nahçivan Ermenistan’ın kuşatmasında idi. Azerbaycanla tek irtibat hava yolları ile sağlanabilirdi. 19 Ocak gecesi de sis nedeni ile uçaklar havalanamıyordu. Bakü hava limanını da Sovyet askerleri kuşatmışlardı. Bakı’da yabancı ülke diplomatlarının sayı o kadar azdı ki, onlar vasıtası ile de kabul ettiğimiz kararı dünyaya haber veremiyorduk. 

Kabul edilmiş kararı dünyaya belirtilmesi için beşer kişiden ibaret iki heyet oluşturduk. Bu heyetin birinin İran’a diğerinin Türkiye’ye gitmesi pilanlandı.  Sınırları Sovyet askeri korumakta idi. Onlar da bu tür kararı götüren heyetin ülke sınırları dışına çıkmasına izin vermezlerdi.

Araz’da buz sallarının olduğu bir zamanda heyet üyelerinin bir grubu sabaha yakın Yayıcı köyü yakınlığında nehri gizlice geçerek İran Cülfası’na geçti. Heyette yer almış dört rehber vazifeli ise bizi bırakıp kaçtı. Açıkca beyan ettiler ki sınırda izin çıkmazsa Araz’ı geçmeyecekler…

Tam da böyle bir zamanda İran İslam Cumhuriyeti’nin MİT çalışanları olayları anlayamıyor, sıkça Tahran’la konuşuyorlardı. İran İslam Cumhuriyeti’nin rehberleri şaşkınlık içinde idi. Heyetinin israrı ve yerel hükümet organlarının cesareti sayesinde Tebriz’e gitmemize izin verildi.

Lakin Tebriz’de bizi çok itinasız karşıladılar. Hatta heyetin gelişini basın çalışanlarından yabancı ülke diplomatlarından gizlemeğe çalışdılar. Tebrizli vatanseverler ile görüşümüz zamanı öğrendik ki, Tahran gazeteleri Bakı’da Sovyet ordusunun yaptığı soykırım ile ilgili cumhurbaşkanı Rafsancani ve Dış işleri bakanı Vilayetinin notasını yayımlamışlar. Notada İran İslam Cumhuriyeti  Rusya’nın (o zaman daha Sovyetler dağılmamış ve Rusya Federasiyonu da kurulmamıştı) dostudur, Rusya’ya karşı çıkanları düşman olarak kabul eder.

O zaman anladık ki, Sovyetlerin korkusundan İran rehber çalışanları bizim getirdiğimiz resmi belgeye karşı neden lakayıt kalmışlar. Buna rağmen, Güney Azerbaycan’da Halk heyacanla Kuzey Azerbaycan’dan gelen heberleri dinliyordu. Tebriz’deki bir grup milletsever gençise merkezi hükumetin tasvip etmediğini bildiği halde yine de risk alarak Tebriz imamcümesi Müslüm Melakütü’den Bakı’da 19-20 Ocak’ta şehit olmuş insanların hatırasına yas tutmak için izin istemiş. Merkezi hükumetin Müselmanları değil, onları haksız yere öldürenleri savunması Müslüm Melakütü’yü de sinirlendirmiştir. Tebriz şehirindeki Cüma camisinde Bakı şehitlerine yas tutulmasına izin verilir. Milletseverler de derhal halkı organize bir şekilde Cuma camisine davet ederler.

Böyle bir yas merasiminin yapılacağından haber alarak bizi de oraya götürmeleri için israr ettik. MİT çalışanları mecburen bizie camiye götürdüler. Cuma camisi hayli kalabalıktı. Hareket çok zordu. Caminin etrafındaki direklere mikrofon takılmıştı. İçeride söylenen her bir söz kilometre ötede duyulabilirdi. Verilen bilgiye göre Cuma camisi ve etrafında otuz bini aşkın insan vardı.

Tüğler ürperten ağıt sesleri bazen konuşanların sesinin duyulmasına engel oluyordu. Toplantı zamanı camideki insanlar bize yakınlaşmağa, görüşüp sohpet etmeğe can atıyor, çevremize toplanıyorlardı. Hareket edemiyorduk. İnsanlar da durmadan bize yakınlaşarak bir şeyler söylemek, vermek ihtiyacı hissediyorlardı. Biz onlara “Tebriz İnterneyşn” otelinde kaldığımızı söyledik.

Bizi zorla da olsa kalabalıktan çıkarıp otobüsümüze bindirdiler. İnsanlar otele gelemesin diye bizi Cuma camisinden alıp direkt otelimize götürmediler. Ama bu engellere rağmen Hasan Demirci ve onun meslektaşları bizimle görüşerek sohpet ettik, adreslerimizi bir-birimize verebildik.

1990 yılı Kasım’ın 19’da Tebriz’e gittiğimiz zaman Hasan Demirci ile yeniden görüştük. Şair Rza Efşarpur’un teşebbüsü ile bizim gelişimiz şerefine 60--70 kişilik bir toplantı yapılmıştı. Toplantıya şairler, ressamlar, müzisyenler ve milli ruhlu insanlar katılmışlardı. Ülkede müzik yasak olsa da, Hasan Demirci de müzisyen dostları ve öğrencileri ile gelmişti. Dikkat çekmemesi için toplantıyı Tebriz ETTELAAT’nın binası karşısındaki bir bodrumda yapmışlardı. Akşamdan başlayan toplantı sabaha kadar devam etti. Oradaki milletciler ile görüştük tanıştık.

 Sonrasında ne zaman Tebriz’e gittiysem Hasan Demirçi ile görüşmeye çalıştım. O da Bakı’ya geldiği zaman arayıp haber verirdi. Sopetlerimize esasen Hasan’ın 1320(miladi 1941) yılı Şehriverin ayında doğduğunu biliyordum. Babası Habi, anası Kübra Tebriz yakınlığındaki Hergölan köyündendir. Tebriz’de beşsınıflı okulu bitirmiş. 16 yaşında güreş derneğine üye olmuş. 18 yaşında bir kaç ödül almış. Daha sonra Serablı ustad İsa Balanın yanına gitmiş ondan tar çalmayı öğrenmiş. Sonra bölgenin meşhur müzisyen ve bestecisi Mahmud Şatirianla birlikte müzik kursları açarak gençleri milli ruhda terbiyelendirmek için Azerbaycan müzik aletlerinde çalmayı öğrenmiş.

İran İslam Devrimi zamanı Hasan Demirçi hiç bir siyasi faaliyete katılmaz, devrimi desteklemez. Ama faliyetsiz de kalmaz. Ana dilinde şiirler yazar, milli ruhlu şiirleri besteleyerek onları katıldığı düğünlerde okur.

Hasan Demirçi milli ruhlu bir insan idi. Müziğin yasaklandığı bir ülkede gayri-resmi kurslar açar, çoxuklara müzik aletlerinde çalmağı öğreir, şiir yazar, besteler ve bütün bunları milli ruhun uyanmasına hizmet eder.

“Sehendiyye” operasını da besteler ve bu opera gösteriye çıkarılır.

Ana dilinin ve milli değerlerin korunmasında bazen fanatikcesine davanır. Bu yüzden de fıkralat anlatılır. Bu fıkraların birinde şöyle anlatılır:

 Güzel bir kızı beğenmiş genç ona yakınlaşarak sorar:

--Adınız ne?

--Pervane!

Tam o sırada Hasan Azerbaycan’ın yakınlaştığını gören kız çabucak ynlışını düzelterek söyler:

--Farslar bana Pervane diyorlar, oysa benim ismim Kepenek(kelebek-A.Ş.)dir!

Hasan Demirçinin Azerbaycan sevgisi büyük idi. Tebriz’in mühafazakar mollaları onun müzik kurslarını bağladıktan sonra bile vazgeçmez. “Azerbaycan” adında bir müzik açmış. Burada yeniyetme ve gençlere tarda, garmonda, kamançada, nağarada çalmağı öyretmiş. Yarandığı orkestra ile 1991 yılında “Baba Bağı”nda cüzamlı hastaların şerefine konser vermiş.

Kendisi müziği derinliklerine kadar bilmediği için oğlu Mazyarı Bakı Konservatorisinde okutmuş, Kuzey Azerbaycandan da bir kız aldı ki, ilişkiler güçlensin.

2006 yılında Tahran’da yayınlanmış bir karikatürde Türkçe aşağılanmıştı. Tebriz ayağa kalkmıştı. Sokaklar ve meydanlarda insanlar akın akındı. İtiraz dalgası etraftaki şehirlere de yayılmıştı. Hasan Azerbaycanı dil konusunda hassas olduğundan 30 kişilik orkestrası ile miting katılımcılarına konser verir. Bu yüzden onun müzik kursları ve orkestrası kapatılmıştı. Kendisi ise hapis cezasına çarptırılır. Hapisten çıktıkdan sonra oğlu Mazyar’ın adına bir orkestra kurar. Bu orkestra ile Almanya’da, İsveç’te, Türkiye’de, Azerbaycan’da konser verir.

Lakin her gastroldan döndüğünde onu soruşturmaya tabi tutar, pasaportunu elinden alır, şantaj ederlerdi. Borçalı Cemiyeti’nin, Bütöv Azerbaycan Ocagları’nın üyeleri karşısında konser vermiş Tebriz’e döndüğü zaman yine sorğuya çekmişler. Hasan Azerbaycan ise onu sorguya çekenlerin mantıksızca soruları ile alay eder ve gülerdi: “Bu akılsızlar konserde ne okuduğum, neyin propogandasını yaptığım ile ilgilenmezler. Beni neden Bütöv Azerbaycan Ocaqlarının amblemi önünde resim çektirdiğimi sorarlar”.  Oysa ben resim çekinirken arka fonda neyin olduğunu aldırmam bile.

Hasan Azerbaycan Tebriz'deki Ali Neseb hastehanesinde 2018 yılının Hazıranın 24'de Allahın rahmetine kavuşur. Bir gün sonra binlerce insan onu "Azerbaycan sensen benim ülviyetim, şan şöhretim" müziğinin eşliğinde ve “Azerbaycan senin başın sağ olsun! Böyük üstad, senin yüzün ak olsun!” şiarları ile Tebriz'deki sanatcılar mazarlığında defn ederler.

 Bütün hayatını Azerbaycan'ın kültürü ve milli varlığımızın yaşamasına adayan Hasan kendine Demirci mahlasını alsa da çoğunluk onu Hasan Azerbaycan olarak tanıdı ve sevdi. 

26.06. 2018

 

Çap olundu: Azerbaycan Senin Başın Sağ Olsun!, “Türk yurdu” dergisi, 2019,  Şubat,  Yıl:108 | Sayı:378, seh.

 

 

.

 

 

 


 

 

 

 
Sayğac
 
Flag Counter
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol