Cengiz Dağcı – Azerbaycan İlişkisi Bağlamında “Korkunç Yıllar” Romanındaki Azerbaycanlı İmajı

CENGİZ  DAĞCI’NIN  “KORKUNÇ YILLAR” ROMANINDAKİ 

AZERBACANLI İMAJI

Cengiz Dağcı – Azerbaycan İlişkisi Bağlamında “Korkunç Yıllar” Romanındaki  Azerbaycanlı İmajı

Ali Şamil Hüseynoğlu

Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi Folklor

Enstitüsü Başkanının Uluslararası İlişkiler Danışmanı

Cengiz Dağcı’nın yaratıcılığını araştıran bilim insanları, onun romanlarında en çok Sovyetler döneminde Kırımlılara edilen zulmün dile getirildiğini belirtmektedirler. Aslında romanlarında, Kırımlıların yanısıra Sovyetler Birliğinde yaşayan diğer halklara mensup kişilerden de, onların yenilmezliğinden, cesaretinden, erdemliliğinden de söz ediliyor.

Yazarın romanlarında bir bölgeselcilik yoktur. Konu İkinci Cihan Savaşından alınsa da, isimler en çok Kırım isimleri olsa da beşeri sorunlar ele alınmaktadır. Cengiz Dağcı’nın romanlarını okurken  Afrika’da yaşayanlar, İngiliz, Fransız, Portekiz sömürgecilerinin onlara yaptıklarını; Güney Amerika’da yaşayanlar, İspanyol ve İngilizlerin onların dedelerine yaptıklarını; Doğu Türkistanlılar, Çinlilerin şimdi ve eskiden kendilerine yaptıklarını görüyorlar, düşünüyorlar.

  Sömürgecilerin adları farklı olsa da halklara yaptıkları zülüm aynıdır. Cengiz Dağcı’nın  büyüklüğü  ondadır ki, sömürgeciliğin galibine de, mağduruna da etkisini gösterebilir.

Cengiz Dağcı’nın romanında, Kırımlı arkadaşını satmayan, bunun içinde kurşuna dizilen Azerbaycanlı, onu öldürenlerden maneviyatça çok daha üstün duruyor.

Azerbaycanlılar da Cengiz Dağcı’yı kendi oğulları gibi seviyor, kendi yazarları gibi okurlar. 2011 yılın Eylül ve Ekim aylarında Azerbaycan medyasında onun hakkında basılan yazıları okumak yeterlidir.

Bildiride Cengiz Dağcı romanlarındaki Azerbaycan sevgisinden söz açacağız.

Anahtar Kelimeler: Cengiz Dağcı, Roman, Azerbaycan, Kırım

 

Giriş

Edebi yaratıcılık, kişisel özellikleriyle dikkat çekmektedir. Bazı yazarların eserlerinde olaylar bir köyde, bir bölgede geçmektedir. Bazı yazarların edebi eserlerindeyse betimlenen coğrafya çok geniştir. Betimlenen coğrafyanın büyük veya küçük olması eserin edebi değerini etkilemez. Yazarın sanat başarısı onun okuyucuya sunduğu eserin değerini belirlemektedir.

Aruz vezniyle mesnevi kaleme alan Türk şairleri, bununla düşüncelerinin sınırsız olduğunu ortaya koydular. Bununla da sanki Türk tefekkürünün sonsuz olduğunu gösterdiler. Cengiz Dağcı, Türk tefekkürünü yaşatan, onu devam ettiren sanatçılardan olduğundan, eserlerinin coğrafyası çok geniştir. Onun eserlerinde Kırım’dan, Ukrayna’dan, Rusya’dan, Polonya’dan, İtalya’dan, Almanya’dan, Güney Amerika’nın Arjantin ve Uruguay memleketlerinden bahsedilmektedir.

Yazar, Kırım’ın küçük Kızıltaş köyünde doğsa da eserlerinde Avrupa, Asya, Afrika, Amerika kıtalarındaki olayları sanki görmüş ve o yerleri iyi bilirmiş gibi betimlemektedir. Bir insan doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı köyü nasıl bilirse Cengiz Dağcı da dünyayı öyle bilmektedir. Bu nedenle dünyadaki gelişmeleri Kızıltaş’ta tanık olduğu olaylar kadar samimi ve inandırıcı bir üslupla okuyucusuna iletmektedir.

Onun betimlediği coğrafya geniş olduğu gibi eserlerindeki insanlar da farklı milletlerdendir. Bu insanlar arasında Kırım’da yaşayan Tatarlar, Karaimler, Kırımcaklarla birlikte, Ruslar, Ermeniler, Azerbaycanlılar, Özbekler, Kırgızlar, Ukraynalılar, Almanlar, İngilizler, İtalyanlar vb. halkların evlatları da var. Bu insanların her birinin kişisel özellikleri ve milli karakteri kaleme alınmıştır. 

1. Azerbaycan Medyası Cengiz Dağcı Hakkında

Cengiz Dağcı muhacerette yaşadığından, antisovyet eserler yazdığından dolayı SSCB’de onun adının anılması, eserlerinin okunması yasaktı. Bu yasaklara rağmen özgür Azerbaycan aydınları arasında Cengiz Dağcı’ya büyük bir ihtiram, saygı ve sevgi vardı. SSCB çöktükten sonra Azerbaycan aydınları Cengiz Dağcı’yı birkaç defa vatanlarına getirmeye gayret etseler de edibin ailesinde olup biten acı günlerden, hastalığı ve ihtiyarlandığından şu dilek gerçekleşmedi. (Şamil Eli, 2011:7)

Azerbaycan’da Cengiz Dağcı sevgisi yazarın vefatının ilk günlerinde gazetelerde yayınlanan makalelerden, internet sitelerindeki yazılardan ve radyo programlarından da belli olmaktadır. Ölümünden bir sene önce de, yani 2010 yılının 18 Haziran tarihinde TRT Türkiye’nin Sesi Radyosuyla Azerbaycan İçtimai Radyosunun birlikte programı olan “Korkut Ata”da Cengiz Dağcı’nın ömür yolu ve yaratıcılığı dinleyicilerin dikkatine sunulmuştur.  “525. gazete” ise 2011 yılının 28 Eylülünde “Beklenilen Ölümün Acısı veya Cengiz Dağcı Dünyadan Göçtü” (Şamil Eli, 2011:7),  2011 yılının 4 Ekim tarihinde  Ünlü Kırım Tatar edibi Cengiz Dağcı Vatan Torpağına V” (Şamil Eli, 2011:7), 2011 yılı 22 EkimdeOralarda Kimler Var”, “Cengiz Dağcı” (Abdin Tofiq, 2011:7) vb. makaleler yayınlandı.

“Azatlık” radyosu 2011 yılının 3 Ekim tarihinde  Yurdunu Kaybeden Adam» Yaşamını da  Kaybetti...” (İsmayıl Sevda, 2011, azadlıq.org,) Yazarkulup “Rüyalarda Ana ve Küçük Elimcan”  2011 yılı 4 Kasımda (http://yazarklub.org/?p=858), aynı zamanda tofigabdin.com, anl.az vb. siteler, gazete ve dergiler, radyolar Cengiz Dağcı hakkında geniş yazılar verdiler. Bütün bunlar Azerbaycanlıların Kırım Türklerine sönmeyen sevgisinin belirtisiydi.

2. “Korkunç Yıllar” Romanındaki  Azerbaycanlının Karakteristik Özellikleri

Cengiz Dağcı, dünyanın çeşitli halklarının evlatlarını betimlerken Azerbaycanlıları da unutmamıştır. Onun “Korkunç yıllar” romanında esir kampında yaşam riski alarak bir barakadan kaçarak öbür barakaya geçmeyi beceren kahramandan bahsolunur. Yeni barakada herkes kendi yerlisini, kendi dilinde konuşan birisini aradığı gibi Sadık Turan da Kırımlı arıyor. Lakin ona kimse yanıt vermiyor. Çok sonra “bağırma gardaş, burada Gırımlı bulamazsın” diyen bir ses duyar. Ses sahibinin yanına oturur ve onun bir Azerbaycanlı olduğunu öğrenir. (Dağcı Cengiz, 1989:190). Kendisi de aç ve ağır durumda olan Azerbaycanlı torbasından ekmek çıkararak ona verir. Azerbaycanlı Sadık Turan’a teskinlik, öğütler vermekle kalmaz, onu taşçılarla, asfaltçılarla birlikte çalışmaya da koymaz. Ona “taşçı işi zor, gardaş, dayanamazsın” diyor. (Dağcı Cengiz, 1989:193) Sonra da kendisinin cezalandırılması pahasına da olsa mutfağa kadar götürür, orada nüfuz sahibi olan Kırımlı İskender’le tanışmasına ortam sağlar. Böylece Sadık Turan’ı açlık ve hastalıktan eziyet çeke çeke ölmekten kurtarır.

Sonraları merkez komutanlığında çalışmaya götürülen Sadık Turan, esir kampında su taşıyan Azerbaycanlıyı böyle betimler: “Bir gün pencereden, sakalık eden Azerbaycanlının yine su taşıdığını gördüm. Kumandanlığın yanından geçerken durdu. Sağ eli boynundaki ipte, kumandanlığın taş merdivenlerine bakıyordu. Zavallının çok acıklı bir hali vardı! Boyu bir az uzamış gibiydi, yalınayaktı, vaktiyle güzel olan yüzünde derin, ağır hastalık izleri görünüyordu şimdi. Yanındaki Alman bir şeyler söylüyordu, o, Almanı işitmiyor gibi, kumandanlığın merdivenlerine bakmakta devam ediyordu. Sonra eğildi, kovalarını kaldırdı ve başı hala kumandanlığa dönük, ştalağa doğru ağır ağır yürüdü. O günden sonra, ceplerimde ekmek taşıdım. Nihayet bir akşamüstü, çavuşla ahıra giderken, Azerbaycanlıya aynı yolda rastladım. Gene aynı vaziyetteydi  (Dağcı Cengiz, 1989:214)

“Korkunç yıllar” romanının kahramanı Sadık Turan betimlediği Azerbaycanlıyı yakından tanımıyor. Hiç onun adını da bilmiyor. Ama bir insan gibi darda kalmış dildaşı ve dindaşına acıyor. Kendisi de esir olmasına rağmen ona yardım etmeye çalışır. “Ceplerinde ekmek taşır” ki onu görende versin. Sadık Turan iyice bilir ki, bu yaptığı iyimserlik kötü sonuçlar doğurabilir. Almanlar onun iyiliğinden haber alsalar cezalandırırlar. Fakat o cezadan korkmayarak iyilik yapmakta devam eder.

Azerbaycanlıda görüşüp konuşmadığı, dostluk yapmadığı insana içten bir sevgisi ve inamı var. Sadık Turan Azerbaycanlı ile ilk görüştüklerinde ona “merhaba, ağam” deyince, Azerbaycanlı da onu “merhaba, gardaşım” diye cevap verir. Azerbaycanlı ilk görüşten Sadık Turan’a bir kardeş gibi güvenerek “Öyle bir tezkireye benim adımı da yazın, akşamüstü ekmekle bana verirsin…” diyor. (Dağcı Cengiz, 1989:214)

Sadık Turan Alman karargahında önemli bir sima değil. O da Azerbaycanlı gibi esirdir. Sadece Alman dilini bildiği için ve yazı işlerini becerdiğinden Almanlar gündüzler onu karargaha getirip yazı işlerini yaptırırlar. Bu yazı işleri arasında yerli muhtarların Alman komutanlarına rüşvet olarak verdikleri besinin yerine zanlı olarak tutulanları bırakırlar. Azerbaycanlının istediği “tezkire” de böyle bir belgedir.

Azerbaycanlı “tezkire” istemekle kalmaz, Almanların karargahında çalışan, esirlerin çoğunun gözünde Alman sever, Almanların esirler arasındaki casusu gibi gördükleri insanın yanında esir kampından kaçmış Kırımlı İskender’in cesaretini alkışlayarak diyor: “İskender kaçtı … Ahbapları olan polislerin yardımıyla kaçtı. Çok zalimdi, ama yiğitliğine yiğitti hani…” (Dağcı Cengiz, 1989:214)

Sadık niyimser, iyi huylu olmakla birlikte, hem de samimidir. Azerbaycanlının “tezkire” istemesinden çok korkar: “Böyle şaka etme, ağam, korkuttun beni.” der. (Dağcı Cengiz, 1989:215)

Azerbaycanlı Sadık Turan’ın çok korktuğunu görüp ona diyor: “Korkma, bir daha bahsetmem… Miras istemedim ya… Bir kağıt parçası… İsteyenin bir, vermeyenin iki yüzü kara derler. Senin için şaka olan, benim için şaka hayat veya ölümdür, bunu bil yalnız”. (Dağcı Cengiz, 1989:216)

Sadık Turan da Azerbaycanlı da iyi bilirler ki, “bir kağıt parça” denen “tezkire” özgürlüğe giden yolun başlangıcıdır. Lakin bu yol çok, hem de oldukça çok tehlikelidir. “Tezkire” ele geçerse Almanlar her ikisini işkencelerle öldürebilir. Esirlikte olduğu günlerde gördüğü işkenceler onu korkutur. O içindeki tereddütleri böyle betimlemektedir: “ Ne yapsın biçare, canını kurtarmaya çalışıyordu. Buna darılma olmazdı! Ama şimdiden sonra kendimi Azerbaycanlıdan uzak tutmak en ihtiyatlı hareket olacaktı. Evet, kararımı vermiştim. Azerbaycanlıdan uzak duracaktım. Harp bitinceye kadar Şiltis’in odasında selamette yaşamak istiyordum. Harp çok uzun sürmezdi, biterdi ve her şey unutulurdu”. (Dağcı Cengiz, 1989:217)

Azerbaycanlıdan uzak durmaya karar veren, rahat yaşamak, sağ kalmak isteyen Sadık Turan’ın içindeki insan severlik, iyimserlik onu rahat yaşamaya imkan vermez. İçindeki mücadeleyi böyle betimlemektedir: “Ama, Azerbaycanlı için, kalbimde yer yok derken kendi-kendimi aldatmıştım. O, aklımdan çıkmıyordu. Daima, benimle beraberdi. Ondan kaçamıyordum. Bana çok dost gözükmeyen o insanı, niçin uzun uzadı düşünüyordum, bilmiyorum. Ben hep böyleyim galiba… Hayatta en çok sevmediğim, korktuğum şeylerle tartışıyorum. O gün, kendimi, Azerbaycanlıdan uzak tutmaya, pencereden bile bakmamaya, karar vermiştim, öyleyken, içim bir türlü rahat etmedi. Onu bulup meseleyi anlatmadan olmayacaktı”. (Dağcı Cengiz, 1989:217)

Tereddütlere, korkuya rağmen Sadık Turan kumandanlığın aceleciliğinden ve dikkatsizliğinden yararlanarak ilk fırsatta Azerbaycanlının da adına “tezkire” yazabilir. Komutanların, Alman askerlerinin Sadık Turan’a alçaltıcı, şüphe edici bir nazarla baktığı bir zamanda onun “tezkire” imzalatmasını büyük cesaret gibi değerlendirebiliriz. Alman askerinin kendisine karşı tavrını Sadık Tural böyle betimlemektedir: “ Pencereye yakın bir yerdeki masanın başında bir asker daha vardı. Kumandanlığa geleli iki gün oluyordu. Benim gibi bir esir parçasının Almanlarla aynı odada oturmasına kızar görünüyordu, yanımdan, yüzüme hain hain ve yüksekten bakarak geçiyordu”. (Dağcı Cengiz, 1989:221) 

Sadık Turan’ın Azerbaycanlının özgürlüğe kavuşması için verdiği “tezkire” ele geçer. Almanlar “tezkire”yi nasıl elde ettiğini öğrenmek için Azerbaycanlıya işkence yaptıklarında Sadık Turan kendi sonunun da yaklaştığını düşünür. Gördüklerini ve düşündüklerini böyle betimlemektedir: “İki Almanın arasında gövdesi çırılçıplak, beyaz yüzünde kanları kırmızı kırmızı akarak, ama dimdik başı, korkunç bakışlarıyla Azerbaycanlı girdi. Almanlardan biri, yüzbaşı Buh’un (karargah reisinin-E.Ş.) karşısında sert bir selam verdi, sonra uzun uzadı anlatmaya başladı. Azerbaycanlı, hiçbir tehlike görmüyormuş gibi iri gözlerini daha da açmıştı, odanın tavanına bakıyordu. Bana bile çevirmiyordu başını. Kalbini, sanki zincirlere bağlayıp hayattan, insanlardan ayrılmıştı. Ben, ondan çok kendimi düşünüyordum. Bana değil, ona ne olacaksa tez olup bitsin istiyordum. Kendi selametim için titriyordum yalnız. Kendi selametim için onun kanlı, çıplak gövdesine bakmıyor, bakmaktan korkuyordum”. (Dağcı Cengiz, 1989:222)

Azerbaycanlı verilen işkencelere metanetle dayanmakla birlikte, ölüm ayağında bile Sadık Turan’a teskinlik verir. “Bakışlarıyla, korkma gardaş” diyebilir. “İki Alman arasında kahraman gibi duran” Azerbaycanlının iradesini kırmak, dilini açmak için ona yapılan işkenceyi Sadık Turan böyle betimlemektedir: “Almanlar, Azerbaycanlının omuzlarından tuttular… Azerbaycanlı hala o korkusuz bakışlarla bakıyordu. Askerlerin bir masaya çıkıp bileklerinden bağlanmış iplerin ucunu tavandaki halkalara geçirdikleri vakit, maksatlarını anladım. Domuz yüzlü alman, Azerbaycanlının yanında, onun imanla dolu gözlerine bakarak, elindeki anahtarları sallıyordu. Onun sessiz, soğukkanlı duruşuna içerliyordu galiba, sövüyor, masada halkalara ipleri geçiren Almana bağırıyordu. İplerle Azerbaycanlıyı odanın orta yerine çektiler. O, daha gık demiyordu. Ben titriyordum. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Şimdi, domuz yüzlü Alman kudurmuş gibi haykırıyor, elindeki anahtarlarla Azerbaycanlının kafasına, yüzüne vuruyordu. Uzun, beyaz yüzü boşlukta sallanıyor, başı arkaya sarkmış, kafasından, omuzlarından aşağı kanlar sızıyordu. Bayılacak gibi oluyordum…” (Dağcı Cengiz, 1989:223)

Verilen işkencelere rağmen Azerbaycanlıdan hiçbir söz alamayan Almanlar onu öldürmeye götürürler. Azerbaycanlı ağır işkencelerden sonra ölüme giderken de gururunu kırmıyor. Sadık Turan onun ölüme gitmesini böyle değerlendirir: “Milletimin evlatlarının böyle gurur ve iftiharla ölüme gidişini ilk defa olarak görüyordum” (Dağcı Cengiz, 1989:223)

Bu cümleden de aydın görülür ki, Cengiz Dağcı’nın millet anlayışı ile bizim çoklarımızın millet anlayışı farklıdır. Biz Azerbaycanlıyı bir millet, Kırım tatarını başka bir millet biliyorsak, Cengiz Dağcı onların ikisini de, hatta bütün Türküstanlıları da kendi milletinden saymaktadır. Bu nedenle de eserinde Kırgızlardan da, Özbeklerden de, Kazaklardan da ilhamla bahseder.

Cengiz Dağcı’nın şehit gibi betimlediği Azerbaycanlıyı gaddarlıkla öldüren Alman askerlerini ise böyle betimlemektedir: “Öldürdüler… Almanlar, kolları dirseklerine kadar kan içinde döndüler”. (Dağcı Cengiz, 1989:223)

Günde onlarla insanın ölümüne şahit olan Sadık Turan’, Azerbaycanlının öldürülmesini böyle betimler: “Bundan sonra, hayattan, ölümden, insanlardan korkmayacağıma yemin ettim”. (Dağcı Cengiz, 1989:223)

İster esirlik döneminde, isterse de esirlikten sonra Azerbaycanlının ölümünü unutmayan Cengiz Dağcı onun cesaretinden ruhlanır, ağır günlerde onu düşünür, onu kendine örnek alır.          

 3. Cengiz Dağcı’nın “Korkunç Yıllar” Romanında Milli Meseleye Bakış

Cengiz Dağcı bütün varlığıyla milletçi bir yazardır. Lakin onun milliyetçiliği günümüzde  “milliyetçilik” terimine verilen izahtan farklıdır. Günümüzde “milliyetçilik” terimiyle “şövenizm” terimi arasındaki sınırı belirlemek çok zordur. Cengiz Dağcının milliyetçiliğinde başka halkları ezmek, mahvetmek, onları alçaltmak veya köle haline getirmek amacı yoktur. Onun milliyetçiliğinin arkasında ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların savunulması durur. Onun milliyetçiliği halkı işgalcilere, zalimlere karşı mücadeleye seslemektir. Düşündüklerini de edebi detaylarla inandırıcı bir dille okuyucuya iletir.

Yazara göre ana dili, milli değerler bütün kanunlardan, kurallardan ve yasaklardan daha yüksektedir. Milli değerlere dayanmayan kanun ve kurallar bozulmaya mahkumdur. Bunu küçük bir olaydan da anlayabiliriz.

1938 yılının kışında Odessa’da orta komandan okulunda okumaya başlayan Sadık Turan’ı ve arkadaşlarını Romanya sınırına yakın bir yere götürürler. Bu o zaman idi ki, SSCB Batı Ukrayna ve Batı Beyaz Rusya’yı işgalden kurtarmak adı altında Faşist Almanya’sı ile gizli görüşler yaparak dünyanı yeniden bölüştürmeye başlamışlardı.

Sadık Turan üç ay sınır bölgesinde kaldıktan sonra yeniden Odessa’ya döner. 1940 yılının 9 Ağustos tarihinde sınava girerek teğmen rütbesi alır. “Bir hafta dinlendikten sonra 57. tümenden 94. taburun ikinci bölük kumandanlığına tayin edilen” Sadık Turan’ı ve “aynı taburun üçüncü bölük kumandanlığına getirilen arkadaşı Süleyman Azizi de”  (Dağcı Cengiz, 1989:38)  1941 yılın baharında Akkerman yakınlığındaki bir kampa getirirler. SSCB Almanya ile gizli anlaşma esasında yeni topraklar işgal etse de kazandıklarından ne o razı kalmıştı, ne de Almanya. Ona göre de her ikisi hızla silahlanır, sınır hattına ordu getirir, yeni savaşa hazırlanıyorlardı.  Savaşa yalnız çok askeri teknik getirerek hazırlanılmıyordu. Asker ve zabitler arasında da ciddi ideolojik propaganda yapılıyor, Rus olmayanlar yoğun denetim altına alınıyorlardı.

 Sadık Turan bu olayı böyle hatırlamaktadır: “Birkaç Azerbaycanlı, birkaç Kırgız, Tatar bir araya geldiğimiz zamanlar aramıza sokulup gülümseyerek ne konuştuğumuzu, neden bahsettiğimizi sorardı. Her türlü bahanelerle yalnız Rusça konuştururdu bizi. Bazen güya şaka niyetiyle, yurttan gelen mektuplarımızın nasıl yazıldığına bakmak isterdi”. (Dağcı Cengiz, 1989:38) 

Böyle gergin günlerde iki dost, Süleyman Aziz’le Sadık Tural ana dili, milli mesele konusunda tartışırlar. Süleyman’a göre işgalciler halkların ve milletlerin beyinlerini yıkamış, onları mankurta, kendi emirlerini yerine yetiren kölelere çevirmişler. Sadık Turan ise böyle düşünmüyor. Ona göre ana dilinin şirinliği, milli değerler işgalcilerin yüzyıllar boyu yaptıkları tebligattan da, onların koyduğu kanunlardan da üstündür.

Süleyman Aziz fikirlerini ispatlamak için onun bölüğünde olan Kerim’i böyle betimlemektedir: “Bunu cahil bir köylüye anlatabilir misin? Geçen hafta benim bölüğe bir er verdiler. Dördü Kırgız, biri bizim vatandaş, adı Kerim. Üsküt köylüsü. Finlandiya savaşında bacağından yaralanmış. Ordu disiplini iliklerine işlemiş… Bu akşam, tankların bulunduğu meydanda nöbet tutuyor. Herif karacahil, öldür derlerse öldürürüm, yak derlerse yakarım diyor. Ben politikadan anlamam, yazı bilmem, ama göğsüme bak, diyor, iki madalya kazandım, biri Kızılbayrak, o biri Kızılyıldız, diyor. Bu gibi şeyleri ona nasıl anlatırsın? Gazeteler Rusça mı çıkıyor, Tatarca mı, onun için hepsi bir. Dilin önemi yok onun için. O yalnız emir bilir. Emiri ise biz değil Ruslar veriyorlar”. (Dağcı Cengiz, 1989:38)

Sadık Turan Süleyman Aziz’in düşündüklerinin yanlışlığını, milli değerlerin emir ve kanunlardan yüce olduğunu ispatlamak için gece olunca Kerim’in koruduğu tankların yanına gideceğini bildirir.   Süleyman Aziz ne yapsa da dostu inadından dönmez. Süleyman Aziz dostunun öldürüleceğinden korkarak ona askeri sır ilan parolası diyor. Sadık Tural ise inadından dönmez. Süleyman Aziz de gecenin karanlığında onun arkasınca gelir. Kerim karanlıkta biirisinin yaklaştığını hissederek onu durdurmaya çalışır. Parolayı sorar. Sadık Tural ise parola yerine ana dilinde ona müracaat eder. Bu an Kerim bütün kanunları unutarak Sadık Tural’ı içtenlikle karşılar ve diyor: “Bereket versin Tatarca cevap verdin, teğmen arkadaş. Vallah az kala ateş edecektim.”  Süleyman Aziz gelip Kerim’e kızdığında o komutanına şöyle cevap verir: “Müslüman’ca konuştu Süleyman ağa. Ateş edemezdim ya!”  (Dağcı Cengiz, 1989:49)

Bu küçük olay birçok meselelere açıklık getirmektedir.

Sadık Tural hayatının bir anını böyle betimlemektedir: …“uzaklardan kulaklarıma iniltili bir ses geliyor. Durup dinliyorum. Birçok fısıltı ve sesler içinden, neden bilmem, o ses bana, beni çağırıyor gibi geliyor.” (Dağcı Cengiz, 1989:85) Ses sahibini bulur. Bu ağır yaralı, ölüm ayağında olan bir Kazan Tatarının sesidir. O, Sadık Tural’a sanki son nefesinde vasiyet edir: “Harp etme… Bu zalim millet uğrunda kan dökme gardaş…Kazanda okudum, doktor oldum… 1935’te beni, canımdan çok sevdiğim çocuklarımdan ve karımdan ayırıp götürdüler…Hapse attılar… Niçin? Bilmiyorum. Altı yıl, G.P.U. zindanlarında çürüdüm. İki ay önce hapishaneden alıp buraya getirdiler. İki Alman kurşunu karnımı deldi…Biliyorum, doktor fayda etmez gardaş, Dinle beni!.. Sen harp etme…”(Dağcı Cengiz, 1989:87)

Sadık Turan cephede görüştüğü Kırgız Kılıçbay’dan da, gülle yağmuru altında komutanlarından ve Ruslardan gizli soydaşlarını etrafına toplayarak namaz kıldıran “Buharalı uzun boylu” Özbek aksakalından da, soydaşlarını Osman’ı, Cevdet’i, Halil’i çevresine toplayarak oları koruyan sert karakterli Mustafa Ağadan da, Berlin’den gelip de esir kampındaki Tatar, Kırgız, Özbek, Türkmen vb. Türküstanlı adı altında birleştirerek askeri birlik yaratmak isteyen Tokay Beyden, onunla aynı dili konuşan, ama başka dini inançlı Karaimden de büyük sevgiyle bahsetmektedir.

Sonuç

“Korkunç yıllar” romanı Sadık Turan’la Cengiz’in diyaloguyla başlar. Romanda olayların devamı, Sadık Turan’ın adından verilen hatıralar Cengiz Dağcı’nın yaşadıkları olaylardır. Cengiz Dağcı, Sadık Turan’ı bir Türk sevdalısı, nasıl derler İsmail Bey Gaspıralı düşüncelerinin taşıyıcısı gibi verir. Sadık Turan’ın dilinden yazır: “…kampın  en kenarında yüksek dağ eteğindeki üç barakada, üç Türk bayrağı! Evet, Türk bayrağı!!! Bütün bayraklardan yüksekte, bütün bayraklardan şanlı, bütün bayraklardan güzel üç bayrak!.. Türk bayrakları beni şaşırtmıştı. Evet, Türkler! Ama nasıl? Nereden? Hemen bayraklara koşmuştum, heyecan içinde Türk araştırıyordum. Üç baraka da ağızlarına kadar Türk doluydu. Genç, ihtiyar, çocuk, kadın, hepsi Türk, bizim Türkler, Kırımlılar..”   

Soydaşlarını canı gönülden seven, Türklüğüyle gurur duyan yazar, işgalci Rusya’nın, Sovyetlerin temsilcisi gibi betimlediği Şişkov’un onu adım adım takip etmesine, “Onlar da insandı” romanında Kırım gibi cennete geldikten sonra oranın yerel ahalisinden gördükleri iyimserliğin karşılığında onların evlerine sahiplenen, kendilerinin hapsine, sürgününe ve kurşuna dizilmesine çalışan Kala Mala ve İvanların (Dağcı Cengiz, 1990) olmasına rağmen Sadık Turan cephede ağır yaralı olan Rus Grişa’yı sırtına alarak askeri hastaneye kadar getirir.

Kala Mala ve İvan devletin yürüttüğü yanlış siyaset neticesinde doğma yurtlarından kaçkın olsalar da Rusya’nın işgalcilik siyasetine hizmet etmekteler. Onlar Kırım’ın cennet köşesini, bağlarını, tarlalarını dağıtmayı, “Müslümanların atını, ineğini, koyunlarını, keçilerini satarak” on tane, elli tane domuz almayı” planlıyorlar. (Dağcı Cengiz, 1990:82)

Cengiz Dağcı soydaşlarının esarete düşmesini ve kurtuluş yolunu böyle betimlemektedir: “Tatar milletini, tarihin her devrinde, tek bir vücut halinde yaşamış görüyorum. Bundan dolayı, gelecekte, benim milletim ya kuvvetli, sağlam ve büyük olarak yaşayacak, ya da bütün mahvolacak diye düşünüyorum”. (Dağcı Cengiz, 1989:139)  

 

     Kaynaqlar

1. Abdin Tofiq. (2011). “Oralarda kimler var: Cengiz Dağci” . “525-ci qezet”,  22 oktyabr, sayı 194(3510), seh. 7.

2. Dağcı Cengiz. (1989). Korkunç yıllar, 16. Basım, Ötüken neşriyatı.

3. Dağcı Cengiz. (1990). Onlar da insandı, 15. Basım, Ötüken neşriyatı.

4. Şamil Eli. (2011). Gözlenilen ölümün acısı veya Cingiz Dağcı dünyadan köçdü, “525-ci qezet”, 28 sentyabr, sayı 176 (3492), seh. 7.

5. Şamil Eli. (2011) Görkemli kirim tatar edibi Cengiz Dağçi vatan torpağina tapşirildi, “525-ci qezet”,  4 okyabr, sayı 180 (3496), seh. 7.

6. http://yazarklub.org/?p=858, Röyalarda ana ve küçük Elimcan

 

 

Çap olundu: Cengiz Dağcı – Azerbaycan İlişkisi Bağlamında “Korkunç Yıllar” Romanındaki
Azerbacanlı İmajı
, Kardeş Kalemler Aylık Avrasya Edebiyat dergisi, 2014, Nisan sayı 88, səh.

 

 
Sayğac
 
Flag Counter
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol