Ali Kamaliyle üç görüş

ALİ KEMALÎ'YLE ÜÇ GÖRÜŞME

 

Ali Hüseyinoğlü ŞAMİL

Azerbaycan Ansiklopedisi Grup Rehberi

 Baku-Azerbaycan

 

1989 Aralık ayında Azerbaycan-İran ve Türkiye arasındaki yıllar boyu mevcut olan sınırı be­lirleyen telleri kaldırdık. Bunu müteakiben sınır boyunda yaşayan İran ve Azerbaycan'daki insanlara birbirlerini görebilmeleri için bir şenet verildi. Bu senetde Araş boyunca 45 km. çerçevesinde hareket etme serbestliği vardı. İnsanın kalbinde vatan, millet sevgisinin çok olmasından dolayı kimse bu esaslara uymayıp, daha içlere giderek, Tebriz, Urmiya, Tahran ve başka şehirlerdeki akrabaları ve dostlarını ziyaret ediyorlardı.

Ben de elmdeki bu 45 km .lik geçiş belgesiyle Araza 1000 km. mesafedeki Tahrana gelmiştim. Buradaki Turk aydınlan ile tanışmayı ve alakalar kurmayı istiyordum. Bu işte Nahçıvan'a -benim yaşadığım şehire- gelmiş Tahranlı gençler bana yar­dım ettiler. Az zamanda Varlık dergisinin sahibi Dr. Cavad Heyet'le, araştırıcı Mehemmed Ferzane ile, Mecitzade Savalan'la, millet vekili-şair Beytullah Caferi ve başkalarıyla tanıştım.  Ali Kemali hakkında da sık sık sohbet açıyorlardı. Halk bilimine bağlılı­ğım, bende bu insanla gorüşmeye merak uyandır­mıştı.

1991'in Aralık ayında Tahran'da caddede Ali Kemali ile tanışdık   Aslında biz de onunla randevu almaya çalışıyorduk. Nahçıvan'dan tanıdığım İslâmî Birük gazetesinde çalışan Salih Sıdıki, beni Kemali'ye takdim ederek

-Nahçıvain'dan gelmiş, folklor heveskârıdır. Sizinle görüşmek  istiyordu, dedi.

Daha Sidiki sözünü tamamlammışdı ki, Ali Kemali, uzun zaman hasretinde olduğu insan gibi beni bağrına bastı.

Saat 18.00 civarındaydı. Mevsim kış olduğu için hava tez kararmıştı. Kemalî, işten çıkmış, bir yere gidiyordu. İlk sohbetimizden anlaşıldı ki, o yarın erkenden Save'ye gidip bir hafta sonra geri dönecekti. Dolayısıyla, görüşüp sohbet etmemiz bir hafta sonraya kalacaktı. Ben Tahran'da kalmak için fazla vaktimin olmadığını söyleyince, o bir an dü­şündü. Sonra:

-Ayakûstunde durmaktansaı, geçip bir yerde oturup sohbet edelim. Hem de şamı ederiz. (Akşam yemeğini birükle yeri), dedi.

Daha ben cevap vermeden aniden bir araba ça       ğırdı. Nezakelen  itiraz etmeye dahi imkânını olmadı.

Tahran'ın batısında güzel bir lokantaya gittik. Lo­kantada çalışanlar onu iyi tanıyorlardı. Kemalî, ön­ceden yemediğimiz bir yemek yedirmek istiyordu. Yedireceği yemek de sadece bu lokantada yapılı­yormuş. O vesileyle buraya geldik. Yemeklerin lez­zetü olup olmadığı o kadar önemü değildi. Benini için onunla sohbet daha önemüydi. Yemek esnasın­da, birbirinin ardınca Hasta Kasım, Tufarganlı Abbas, Köroğlu, Tilimhan ve başkaları hakkında sorular soruyordum. Kemalî gafleten sohbetin konu­sunu değiştirerek:

-    Bilseydim yemeğe böyle dikkatsiz olacaksınız, sizi ofise aparar kerenize bir sandviç (dürüm) alır­dım. Bu hem ucuz olur hem de sohbetlerimizi belge­lerle sürdürürdük, dedi.

Bu şakaya ben de aynı ahval ile cevap vererek;

-    Pis olmaz, dedim.

Benim bu cevabım, aniden onu yerinden kal­dırdı. Garsonun getirdiği kahveler elinde kalmıştı. 20-25 dakika sonra biz, Birinci Dereceli Adliye Vekili, Tahran Üniversitesi Hukuk Fakültesi Cinayet Hukuku Bölümünde Yüksek Üsans yapmış Ali Kemalî'nin geniş ve görkemli bürosundaydık. Oturdu­ğumuz yer, avukat odasından çok kütüphaneyi hatır­latıyordu. Masa ve sehpaların üzerinde yığm yığm notlar vardı. Bunların hukuka dair belgeler olmadığı belliydi.

Sohbetimiz folklorun hangi dalından olursa ol­sun, söz dönüp dolaşıp Tilimhan'in üzerine geliyor­du. Kemalî, Tilimhan'ın şiirlerini coşkun bir şekilde ezberinden söylüyordu. Birden, okuduğu şiirlerinden birisinin dudakdeğmez (lebdeğmez) olduğunu farkettim. Şiiri tekrar okumasını rica ettim. Okudu. Ya­nılmamıştım. Fikrimi söyleyince, Kemalî, gayret normal karşıladı. Tilimhan'ın şiirlerinde sadece dudakdeğmez tarzında söylenmiş şiirlerin değil, noktalı-noktasız şiirler 'in bulunduğunu da söyledi.

Kuzey Azerbaycan'da güneye nispeten folklorşinaslık çok ileri durumdadır. Bu sahada çok sayıda bilim adamının pek çok kitabı yayımlanmıştır. Bu kitaplardan âşık edebiyatı ile ilgili olanların çoğunu okumuştum. Araştırıcılar, dudakdeğmez, dildönmez şiir şekillerinin âşık edebiyatına Göğçeli Âşık Elesker tarafından getirildiğini ifade etmişlerdi. Bu fikir, benim hafızamda da muhkem yer tutmuştu. Ali Ke­malî ise, XVIII yüzyılın ikinci yarısı XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış Tilimhan'ın dudakdeğmez kullandığını söyledi. Bu bana pek inandırıcı gelmedi. Bizim meşhur folklorcuların nasıl böyle dikkatsiz, olabildiklerine inanamadım. Kemalî'nin hukukçu olması, bu işin uzmanı olmaması dolayısıyla yanlış bilgiye sahip olduğunu düşündüm. Tilimhan hakkın­da ne benim, ne de edebiyat araştırıcılarımızın bilgisi yoktu. Bütün bunlara rağmen ben Tilimhan'ın, ya XIX yüzyılın sonlarında yaşadığmı ya da dudakdeğ-mezin Tilimhan'ın olmadığını Kemalî'ye söyledim. Bu konuda tartışmaya girdik. Kemalî, Tilimhan'm doğumu ve hayatıyla ilgili olarak epey belgeler orta­ya koydu. Bunları tekzip edemedim. Kemalî beni, Tilimhan'ın XVIII yüzyılın sonlan, XIX yüzyılın başlarında yaşadığına ikna etmişti. Sonra, dudakdeğmezin Tilimhan'm olmayıp, ona mal edildiği konusunu tartıştık. O, Tilimhan'ın onlarca tecnisini, cigalı tecnisini, koşmasını okudu. Hasta Kasım, Tufarganh Abbas, Gurbanî, Molla Penah Vagıf m şiirleriyle mukayeseler yaptı. Dudakdeğmez, dil ve üslup cihetiyle diğer şiirlerinden farklı değildi. Şüp­he ise kalbimden çıkmıyordu.

Ali Kemalî, Tilimhan'ın on bin beyitini cönklerden ve ağızlardan toplamış, onları açıklamış, beş bin cins tespit etmiş, Arapça ve Farsça beş bin keli­menin Türkçe anlamını yazmıştı. Hayretim artmıştı. Azerbaycan şairlerinin ve âşıklarının şiirlerinde bu kadar cinasa rast gelmemiştim.

Sohbetimiz gâh Tahir Mirza, gâh Aslı Kerem, gâh Köroğlu'yla devam ediyordu. Ben, ondan izin alıp masadaki dosyaların üzerindeki yazılanın bir kısmını defterime kaydettim. Bunlar aşağıdakilerdir:

Âşık Rıza, Asım, Fakir, Türkmen Mahmut, Andelib, Kutsî, Aşkı, Salar Nasır, Mehdi Müntazır, Hisarı, Molla Ahmet, Daverî, Ekber Razzakî, Asî, Türkmen Fettah, Efşar, Meddah, Mente Selimhan, Kaşgaylı Mahzûnî, Kaşgaylı Yusuf Husrev, Seyyidî, Kelbî, Seyyah, Hemrah, Gergerli Muhammed, Has­ret, Müznib, Zelili...

Ekseriya Türkçe yazan XVIII-XX yüzyıllarda İran'ın Irak-ı Acem, Kaşgay bölgelerinde yaşamış bu şairler hakkında, edebiyat araştırıcılarımızın bilgileri yoktur.

Başka bir masanın üzerinde ise, destanların (halk hikâyeleri) bulunduğu dosyalar sıralanmıştı. Dosyaların üzerine güzel yazı ile Köroğlu, Garib-Şahsenem, Tufarganh Abbas, Şah İsmail, Şah Abbas, Hasta Kasım, Tahir Mirze, Aslı-Kerem, Ley-ü-Mecnun, Mahmut-Nigâr, Muhammed-Perı, Şirunî- Birçok,   Vanlı Gökçek,  Mesum,   Seyameki- Süsen, Hüsrev ü Senem, Varka ve Cülşah, Esat  Nizamı Sel Apardı, Hayf Senden Mehmet Hasan Han vs. yazılmıştı.

Ali Kemali'nin şiirlerini topladığı şairler hak­kında bilgim olmadığından daha iyi bildiğim mevzuda, destanlar konusunda sohbete devam etmek istedm. Ondan, dosyalardan bazı parçalan okumasını rica ettim. Azerbaycan'da destanların bazı varyantla­rı mukayeseli yayınlanmıştır. Ali Kemali'nin topla­dıkları ise benim bildiklerimden haylı farklı idi. Bizim destan kahramanı olarak tanıdığımız Garlb, Kerem, Tahir Mirza, Mesum ve başkalarını Ali Kemali, bil âşık olarak kabul etmiş, onların biyografilerîni hazırlamıştı.

Sohbetimiz o kadar derinleşmişti ki, sabahın olduğunu fark etmedik.   Ali Kemali az kalsın Save otobüsünü kaçıracaktı.

Ali Kemali ile ikinci görüşmemiz bır yıl sonra, yine Tahranda oldu. Sohbetimiz yine Tilmhan'la ilgiliydi. Beni en çok üzen Tilimhanın Dıvaını'nın neşrini Ali Kemali'nin geciktirmeğiydi. Bu konuda, ona, endişelerimi bildirdim. Kısa zananda onunla öyle kaynaşmıştık ki, yaşta benden büyük olsa da samimiyetten ona kızabiliyordum. O, önce işinin çokluğundan şikayettendi. Avukatlık vazifesinin ede­biyat araştırıcılığıyla devamlı çalışmasına mani oldu­ğunu, içtimaî işlerle az meşgul olduğunu söyledi.

Hakikaten de, o edebiyatımızın araştırılmasına ve tebliğine ne kadar merak ve çaba gösteriyorsa da, içtimai işlerde de o kadar hevesle meşguldü. Gâh kendi parasıyla İran'ın muhtelif yörelerinde yaşayan Türk aydınlarını bir araya getiriyor, gâh maddî du­rumu müsaide olmayan şairlere ve yazarlara yardım ediyordu. 1990'dan itibaren Azerbaycan'la İran ara­sında insanların gidiş gelişlerinin başlaması, onun işini daha da artırmıştı. Azerbaycan-Ermenistan sa­vaşında Türklerin kötü vaziyete düşmelerine çok üzülmüştü. Tahran'da teşkil edilmiş, Karabag Müs­lümanlar ına Yardım Cemiyeıi'nin önderlerinden biri idi. Teşkilatın yeri olmadıkından Ali Kemali, kendi bürosunda onlara yer vermişti. Millî şüurlu kadrola­rını -kendilerinin haberi olmadan- koruyordu.  İran'da küçe yürüyüşleri, mitingler düzenlemek çok zordur. Alî Kemali, ülkenin durumunu iyi bildiği için, gençleri meydanlara salmayıp, onları mescitte toplayarak fikirlerini söyleme imkânı buluyordu. Karabağ savaşında yaralananlar Tahran'da tedavi görürken, Karabağ Müslümanlarına Yardım Cenıiyetl'nin elemanları onlara yardın ediyorlardı.

Ali Kemali, daima Türklügüyle gurur duyuyor­du. Hiç bir zaman, kimseden çekinmeden, gururlu bunu söylüyordu. I993'de annesi Tahranda vefat edince,   Tahran'ın  Behbudi  Küçesi  Hazret  Ebülfez Mescidi'nde tertiplenen yas merasiminde (bunaya Türklerden başka Ali Kemali'nin Fars, Arap dostları da gelmişlerdi} şunu söylemişti:

"Ben annemi çok seviyorum.   Yalnız anam ol­duğuna göre değil, beni bir Türk doğurduğu için Ana diliyle çağırdığı laylalar hala kulağımdadır. Ben büyüüap olguntaştıkça laylalara, okşamalara, bayatılara göre anama hürmetim, kat kat arttı. Buraya toplananlardan rica ediyorum, anneme hürmet alâmeti  olarak yas meclisinde onun konuştuğu dilde konuşasınız.   Cenaze merasimine gelenlerin çoğu kalem ehli olduğundan bugüne uygun şiirı ve nesir okunsun. İlmi sohbetler yapılsın. Meclise siyaset sokmadan, dilimiz, edebiyatmuz ve şiirimizin çerağı etrafında yas günümüzü geçirelim"

Tahran'da böyle bir sös söylemek, bugün de hüner ve cesaret gerektirir.

Ali Kemali, Tilimhan Divanı'nın neşrinin ya­pılamamasının sebebini ise şöyle izah etti:

"25 yıldan daha fazta bu işle uğraşıyorum. On beş sene önce kitabı neşretmek isledim. Dostlara, bu işle meşgul olanlara incelemeye verdim. Okudular. Kitapta, Molla Penah Vaqifin, Hasta Kasım'in. Tufarganlı Abbas'in şiirlerinin de bulunduğunu söylediler. Bunları birbirinden aymnak için, İran'da Türkçe yazan şairlerin şiirlerini, destanları, toplayıp incelemeye başladım. Anladım ki bunları tetkik et­meden Tîlimhum divanının doğru neşrini gerçekleştirmem mümkün değildi. Azerbaycan'dam, Türki­ye'den getirttiğim kitaplarla mukayeseler yaptım. Varilk dergisinde 30'dan çok şâir ve âşık hakkında makale neşrettim. 1989'da Ekber Rezzaki'nin Çûlzar Hüseyin adlı kitabını yayımlattım".

Gazeteciliğimden doğan bir merakla Ali Ka­mali'nin hayatını derinden öğrenmek istedim. O gülerek, şaka ile: "Tamam üç yıl İranda kaçak ya­şadım. " dedi. Ben taaccüb ve hayretle ona baktım. Hukuk tahsili almış, avukat olmuş bir şahıs nasıl kaçak yaşayabilir? Düşüncelerimi sanki anlamıştı.

"Kaçaklığım çocuk iken oldu. Miladi takvim ile 1940 martında Savenin Bendemir köyünde doğmuşum. (Şimdiki Arag ostanının Bahşi) Hükümet memuru köyümüzü üç yıl geç geldiginden 1943te doğduğumu yazmışlar.”

Kısa müddetle insanlarla yakınlık kurabilen, şakalarıyla gönülleri fetheden Alı Kemali'nin dostla­rı arasında muhtelif milletlerin evlâdı vardı. Onlarla da oldukça samîmiydi.   İkinci görüşmemizde onun bürosunda sohbet ederken, milüyetçe   Fars olan, Save doğumlu bir avukat geldi.  Bizi tanıştırdı. Birbirimizi anlamadığımız için, kendisi tercümanlık yapıyordu Ben Save bölgesinde kaç köyde Farsın yaşadığını sordum. Avukat,  5-6 köyde  Fars'ın bulunduğunu söyledi, ancak  köylerden dördünün  adını hatırladı. Ali Kemali ise, arkadaşının sözünü düzeltti. On bîr koyda Farsların yaşadığını söyledi, hepsinin de adını verdi. Dostu gülerek:

“Biz para kazanmayla meşğul oluruk. Onları öğrenmeye vakıt  sarfetmedik. Sen biliyorsun ye yeter. Bize lazım olunca senden oyreniriz” dedi.

Ali Kemali, bu yüzyılın başlangıcında Savede 700 köy olduğunu, sonraları bu köylerde yaşayanların şehirlere gittiğini, halhazırda 450 kadar köy kald ığını söyledi. Hem de  içi yanarak,   Türklerin  yaşadığı Caferabad behşinin (ilçesinin) Kum ostan (İl)ına verilmesinin doğru olmadığını belirtti. Kemali anlattıkça, Fars dostu da tasdık ediyordu.

Tahran'daki ikinci görüşmemizde Ali Kemali, yalnız edebiyattan, ilmden ve içtimai işlerden sohbet açmakla kifayet etmedi. Bize milli mücadele kahra­manı Selterhan'la ilgili olarak belgeler toplamaya ve bununla beraber Setterhan'ın Şah Abdulazim'deki yer ile yeksan edilmiş kabrinin, son döğüş yeri olan Atabey Parkı'nın (Orada Rusya Büyükelçiliği bu­lunmakladır.). son beşik kızı Mesume Serdarimillinin video çekimlerine yardımcı oldu (Bu ayrı yazının konusudur.)

Onun bana verdiği bilgiler çerçevesinde Azer­baycan Radyosunda yayımlar yaptım, gazetelerde yazılar yazdım. Telefonla sık sık irtibatımız olsa da, yüzyüze görüşmemiz seyrekti

Ali Kemali ile üçüncü defa, I995 Ekim ayında Bakı'da Ceval Heyet'in yubilesinde bir araya geldik.

Yalnız gelmemişti; yanında yazar Rıza Beraheni, Aziz Muhsini, Savalan, Culam Hüseyin Beydili ve Hamıt Mehmetzade de vardı. Yine de bir geceyi bizim  evde sabalıa  kadar  sohbet  ederek   geçirdik. Müsafir  olmasına bakmayarak, tartışmamız zaman sertleşti- Topladığı eserleri yayınlamadığını sık sık başına kaktım. Çünkü, maddi imkânları vardı.
Köylerinde
ve annesinin köyünde kütüphaneler açmış, mektepler ve köprüler kurdormaya başlamıştı. Maksadı, bağdan elde edeceği geelirn, kuracağı Tilimhan vakfına vermekti. Köyün yakınlarındaki bağdanbir az irelide dağın üzerine Tilimhanın heykelini koymaya, şairlerin, araştırıcıların, aydınların toplanmaları için yine bağın yakınlarına bir bina
yaptırmayı karar
vermişti.  Hemedandan Zencana  42 km.lik bir asfalt yol yaptırıyordu. Bu eski kervan yolunu çanlandırmayı düçünüyordu.

Gece uykusuzluğuna rağmen, neşeli ve dinç görünüyordu.   Benimle  Azerbaycan  Radyosuna  geldi. Orada yapımını üstlendiğim   “Konak Elden  Gelir" proqramında Save bölgesinde  yaşayan  türkler ve
onların kültürü,   toponuınisi,  müziğiyle ilgili olarak açıklamalarda bulundu. Gerek Güney, gerekse Kuzey Azerbaycan'
      da sanatçıların haberdar olmadığı makamlardan söz etti. Ben sanatçılarımızın o ma­kamları anlayamayacağını kendisine söylediğimde, bunu daha iyi anlatmak için kendi sesi ile o makam­ları icra etti. Program sona  erdiğinde bana şaka ile; .. benî sanatçı da ettin." diye takıldı. Onun stüdyodaki programını izleyen radyoevindeki diğe servisler, hemen temasa geçerek, ondan başka yayınlar için de söz aldılar. Ne mutlu bizlere ki, Ali Kemalî'nin bir vesile ile arşivimizde öz sesini muhafiza ediyoruz.

Uzun tartışmadan sonra 1996'da işlerini rahat­layıp Bakıya döneceğim, Tilîmhan Divanı'nın ve dastanlarının birkaçını burada neşrettireceğini vaad etti. Ne yazık ki arzusunu hayata geçirebilmedi. 1996 senesinin Ağustos ayının 1-inde Tebriz'den açılan bir telefon, bizi yürekten yaraladı. Maalesef, çok arzu etmemize rağmen defninde bulunamadık. Yal­nız ölümünün 40. gününde Ali Kemali için Tahran'da ve Bendemir köyünde yapılan törene iştirak edebildik.

 

Çap olundu: Ali Kamaliyle üç görüş. “Bilge” (Ankara) dergisi, 1997, sayı 13, seh.16-19.

 

 

 
Sayğac
 
Flag Counter
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol